Ana içeriğe geç

mektup - umut yaşar karaoğlu

Kıştı, soğuktu ve ben, kalabalık bir sokağın sidik kokan bir köşesinde bilinçaltı devrimleri tasarlıyordum yalıtılmışlığımdan doğan. Hava kuruydu, çatlaktı avuçiçlerim ve sen, o çatlakların içinden tüm benliğime yayılan acı olarak dağıtmıştın huzurumun saflığını. O acı karşısındaki dayanıksızlığımın zihnimde yarattığı boşluktan süzülerek dikilmiştin düşlerimin önüne. Bir anlığına ruhumu kendine hapsedip, umutsuzluğuma fırlatmıştın beni sonra. İlk başta kapalı havanın içime düşen yansıması olduğunu düşünerek avutmaya çalışmıştım kendimi. Çünkü karşı olduğum, yaşantımdan uzak tutmaya çalıştığım ne varsa sende mevcuttu, bütün gelecek tasarımlarımın dışında yaşıyordun; sana doğru ilerlemem olanaksız olmalıydı.

Fakat o his; kaderciliğin himayesindeki, damarlarımı, gözbebeklerimi genişleten o güçlü his, sana akmaya mecbur olduğumu haykırmıştı korkusuzluğuma. Korkmuştum. Bu saçmalığın ortasına sen olmak için; senin damarlarında çözülmüş bir deneyim yumağı olmak için atılmış olduğum düşüncesi kâbus gibi çökmüştü üstüme. Büyük bir boşluğa doğru, içimdeki boşluğu büyüterek ilerliyordum sanki. Bunun karşısında, çaresiz küçük bir çocuk gibi yumruklarımı sıkmaktan başka bir şey yapamamıştım acımı dindirebilmek için. Ve önümdeki şarabın son yudumu yerine, seni yok etme andı içerek uzaklaşmıştım oradan, yüzümde kederle.

İlk karşılaşmamızdan bu yana üç yıl geçti. Ve sen her kış, soğuyan havayla birlikte, ruhumu titreten bir düş azraili olarak çıkıyorsun karşıma. Günden güne küçülen umutlarımın üstüne, daha gerçek ve daha yoğun bir kara bulut olarak düşürüyorsun gölgeni.

Benim ellerim çatlamıyor artık. Ilık bir odanın içine hapsolmuş durumdayım. Ve yitirilmiş dostlukların açtığı yaralar sızladıkça, yalnızlaşmanın gerekliliğini fısıldıyorum sabaha karşı sislerine. Biliyorum; bunlar sana dönüşümümün ayak sesleri. Fakat çocukluğumu her çaresizce özlediğimde ve sana olan nefretim büyüdükçe, eşzamanlılık teorileri ekiyorum ben saksılara. Gözyaşlarımla suladığım düşüncelerim koruyacak beni senden. Bir gün tamamen gerçeğe büründüğünde, ben orada olmayacağım; içinde bir boşluk bırakarak terk edeceğim seni.

«Sıradan bir cumartesi akşamı, yalnızlığınla kol kola geçeceksin önümden. Teselli edemediğin benliğinin gözyaşları okunuyor olacak yüzündeki hiyerogliflerde. Ve yanındakiyle şehvetli kesişmemizi fark ettiğinde, şartlanmış iktidarsızlık kâbusları göreceksin hızlanan adımlarının üstünde. Senin burnun, benimse gözlerim kanat açacak gökyüzüne. Özünden ödün vererek katıldığın kalabalığın içinde, küçülerek ilerleyeceksin akıntıyla birlikte. İçtikçe orospulaşan yalnızlığını bir bar masasının üstünde bırakacak ve gömüleceksin kendisizliğine.

O gece eve döndüğünde bir ayrılık mektubu bulacaksın masanın üstünde. Ve dalacaksın ölümcül kâbuslar evrenine.»

 

 

<p style=text-align:right»>Gideceği mekân: bu oda, bu masa.
zaman: yolun yarısı.