söyleşi: mehmet altun
Kuzey Yıldızı: Poetikanız nedir? Toplumcu gerçekçiliği nasıl tanımlıyorsunuz
ve bugününüzden hareketle yarın için ne söyleyebilirsiniz? Etken şair
nasıl olunur ve şiirin evrimine katkısı nedir?
Mehmet Altun: Soruyu tersten başlayarak yanıtlamak belki daha
isabetli olacak. Etken şair nasıl olunur? Aslında böylesi sorular sormak
bile ürkütücü. Bu, sorunun niteliği ile ilgili değil; böylesi sorular
sorduran şairlik kimliğinin yarattığı kirlilikle ilgili bir şey. Biraz
sert bir yaklaşım olduğu düşünülebilir ancak; samimi olunduğunda
görülecektir ki, şairlik hırkası giyinmiş kimselerin haksız yere
yarattığı ve bununla da kalmayıp sahiden ozan kişilere de yamattığı bir
kirlilikten bahsedilmektedir.
Bu bakımdan soru ürkütücü geliyor bana. Çünkü şair zaten üreten kişidir.
Ozan kişi, dilin arkeolojisini yapan kişidir. Yani, dilin arkeoloğudur
şair. Sabır ve sükûnetle görür işini. Titizlikle ancak; doğallığına
dokunmadan işler sanatını. Okur, ozanın bu uğraşını eseri okurken asla
anlamaz, hatta çok doğal ve dahi gündelik dilin bir parçası olarak kabul
eder. Oysa şair onu dikkatle işlemiştir, basit sanılan bir bağlacın, bir
ses tekrarının, bir çekim ekinin bile hesabını özenle yapmıştır; o
dizini, sesli ve sessiz okumaya hatta görüntüye göre kurgulamıştır.
Tabii her ozanın yaklaşımı farklıdır ve farklı anlamlandırır yaptığı
işi. Kimileri dili işlemekten sözcükle oynamayı, onu kırmayı, deforme
etmeyi hatta yapısını ve biçimini dahi değiştirmeyi anlar; kimileri
alışılmışın dışında söz dizinleri yaratmaktan bahsederken; abuk sabuk,
zaman zaman arabesk ifadeler yaratarak ya da fantastik düşlemde bile
yeri olamayacak denli ucube zırvalıklarla dili işlediklerini
söylüyorlar. Üstelik buna dilde yapılmış bir tür devrim yaftası da
yapıştırarak; bir güzel eklektik meklektik sözlerle de süsleyip ortaya
çıkıyorlar. İlginç olan bu zırvalıklar değil; onları destekleyen ve
hatta kimi zaman ödüllendiren sözüm ona muhterem üstatlarımızın
anlaşılmaz tavrıdır. Ne oluyor canımı sıktığımın ahalisi? Ne oluyor da
bozmaktan devrimi anlıyorsunuz. Herkes Bakunin fanatiği de biz mi
bilmiyoruz.
Dilin devrimi değil; eylemin devrimidir aslolan. Eylemcilikse yıkmayı
değil elbette; yıkılsa bile yeniden inşayı gerektirir. Bir yenilik,
ancak; yaşamsal karşılığı olan bir pratiğe dönüşebiliyorsa yeniliktir.
Bu bilimde de böyledir, sanatta da böyledir, hayatın her alanında da
böyledir. Düşlemse bir yanılsamadır sadece. Bu yüzden işte ütopya,
gerçekçilerin değil; romantiklerin ve idealistlerin sığındığı limandır.
Oysa «Gerçekçi ol, imkânsızı iste» diyorsa gerçek bir devrimci; O,
bunun en iyi yüz metresini koştuğunu bildiği için söylüyor bu iddialı
sözü. Çünkü sevimli olmak zorundadır, zorun da sevilecek bir yanı olmak
zorundadır. Bu yüzden işte uğruna ölünmeye değiyor hayat.
Bu bakımdan, kendimi gerçekçi olarak addediyorum ve hatta toplumcu
olduğumu da rahatlıkla söyleyebilirim. --Hem kim toplumcu olmadığını
söyleyebilir ki-- Ancak kesinlikle toplumcu-gerçekçi değilim. Çünkü
bireyin gerçeğini, nesnenin gerçeğini, hayvanın, doğanın hatta gerçeğin
gerçeğini asla yadsıyamam. Bu nedenle de toplumla birlikte ancak topluma
rağmen gerçekçi olduğumu düşünüyorum. Toplumcu-gerçekçi olduğumu
söyleyeceksem, namussuzların, hırsızların, yankesicilerin,
dolandırıcıların toplumsal gerçekliğini anlamış olduğumu söylemiş
olacağım. Oysa ben böylesi bir şeyin gerçekliğini kabul edemem ve hatta
anlamayı bırakın; anlamak bile istemem. Bu, beni üzer.
Etkenlik meselesine gelince; şairseniz etkensiniz zaten. Bir yerde bir
savaş var, biliyoruz. Bir yerde bir zulüm var, bir yerde işkence, bir
yerde umudun bittiği bir hayat var; bir yerde, bizim çok uzağımızda bir
yerde hayvanları boğazlıyorlar, insanları öldürüyorlar, ormanları
yakıyorlar, besinlerin genleriyle oynuyorlar, depremler oluyor; bir
yerde kimliği inkâr ediliyor birilerinin, bir yerde... Her yerde ölüm
var değil mi? Öyleyse susulamıyor, ozan da susamıyor. Susamıyor ise
şairdir kişi. Susamıyor ise etkendir.
Başkaca bir poetika soruyorsanız hâlâ; sözcükleri mezara götürmeyeceğim,
daha da konuşabilirim ama bence bu kadarı yeter.
KY: Kitabınızı «Adanmış Şiirler Kitabı» olarak da
tanımlıyorsunuz. Şair neden adak adar? «Yazdıklarımızı yiyecek» kadar
yabancılaşıyor muyuz?
MA: Aslında «Rüyamda Hayat Vardı»yı bir adanmış şiirler
kitabı olarak tanımlamamak gerekir. Sadece kitabın giriş bölümü Adanmış
Şiirler başlığının yer aldığı bölümdür; bu nedenle de bir adanmış
şiirler kitabı olarak anlaşıldı.
Şair adak adar mı bilemiyorum. Bildiğim tek şey; bu şiirler yazıldıkları
zaman yazılmasına eşlik, bir başka ifadeyle kaynaklık eden isimlerle
buluştular. Örneğin Salih Bolat'a atfedilmiş bir şiir var «Ölü
Küllerinin Büyüttüğü Otlar» s.16'da. Bu şiir Salih Bolat'ın, -tahmin
ediyorum Defter'in kapanış sayısında yer alıyordu- bir şiirinden esinle
yazılmıştır. Uzunca bir şiirdi, çok severek okumuştum. (Hatta sevgili
Gökçenur Ç. bu şiiri Yazı Kitapevi'ndeki Salı Toplantıları'nda bizimle
«Denizbahçesi Grubu»nda paylaşmıştı. Sanırım, Onur (Caymaz), ve Cüneyt
(Uzunlar) bu şiirle ilgili uzun uzun da konuşmuşlardı.) Agamemnon, Kent
Mezarlığı, İmar Planı... gibi sözcükler, kilit rol üstlenmiştir bu
şiirin ortaya çıkmasında. Arkadaş Zekai Özger'e ithaf edilen «Bir Kitabı
Okurken» s.20 adlı şiir, Arkadaş'ın tek kitabının yeniden ve detaylı
okuması yapılırken ortaya çıkmıştır ve tamamen Arkadaş'ın
biyografisindeki trajediyle buluşarak ona atfedilmiştir. Örneğin
«Gel-Git Günlük, s.40 annemin o dönem içinde bulunduğu sağlık durumu ile
«Sorunlu Yönler» s.72, sevgili Metin Ağabey (Kaygalak) ile yapılan uzun,
coğrafi bir konuşmadan sonra --ki bu konuşmanın tanıklarından biri de
Kadir Aydemir'dir-- ortaya çıkmıştır. Demek istediğim söz konusu olan
bir adama durumu değil; çağrışımlarla barışmış bir duygunun
samimiyetle dışavurumudur.
«Yazdıklarımızı Yiyelim»in gerekçesi ise sizin de altını çizdiğiniz
yabancılaşmadır. Evet, o denli yabancılaştık ki; yalnız çevremizi değil,
kendimizi yadsıyacak kadar uzaklaşmaya hatta gerçekliğimizi
sahiplenmekten acizce uzaklaşmaya başladık.
Bu şiirin sevgili Şeref'e (Bilsel) atfedilmesinin sebebi ise sanırım
konuyu en çok O'nunla tartışmamız olmalı.
KY: «Abilerim Yer Açmalı Kardeşlerime» adlı şiirinizde «Genç Ozan için
Serzeniş»te bulunmuşsunuz. Genç şair kimdir? «Rüyamda Hayat Vardı» sizin
ilk kitabınız, kendinizi genç şair olarak görüyor musunuz? Dergici ve
yayımcı kimliğinize hitap ederek sormak istiyorum, genç şairin
dergilerde ve kitapevlerinde yeri nedir?
MA: Adı geçen şiirde serzenişten ziyade rahatsızlık söz
konusu. Sıklıkla genç ozan/ozan adayının, adı sanı bilinen dergilerde
ürünlerine yer bulamadığı dillendirilir. Birçok kez bu tavrın önemli
imzalar tarafından da desteklendiğini bizatihi yaşamış bir insan olarak;
bu talebin önündeki engellerin kalkması adına böylesi bir şiirin ortaya
çıkmış olmasını gizlemeden kitaba alma gereğini hissettim. Tabii ki; bu
şiirin yazılış serüveni ve içinde bulunduğum haletiruhiye
değerlendirilmeden, sürecin genç bir insan için işleyişini kavramadan
sonuç çıkarmamak gerektiğini düşünüyorum. Her yeni için kendini yaratma
sancısı aynı sıkıntılarla başlar ancak; ayrı olasılıklarla sonuçlanır.
Bu süreç; sizin de bilebileceğiniz gibi üretiminizle olduğu kadar,
ilişkileriniz ve bu sistematiğin işleyişiyle ve kıstaslarıyla da
ilişkilidir. Hem yeni olacaksın hem de beni başköşeye oturtmuyorlar diye
yakınacaksın. Olmuyor. Doğrusu olmamalıdır da. Bu tavrı anlamakta
sıkıntı çekmiş bir sürecin doğurduğu bir şiirdir bahsettiğiniz şiir.
Böylece kendimle ve yaşadığım süreçle barışmak için kitabıma taşıdığım
bir şiirdir. Ancak bu yaklaşımla, benim şiirimin arkasında durmadığım
anlaşılmamalı. Tam tersine sıkı sıkı savunucusu ve hatta söz konusu
durumun da özveriyle düzeltilmesi gerektiğinin taraftarıyım. Çünkü yer
yer klan‹ların oluştuğunu ve bu klan‹ların bir takım icra mercileri
gibi faboular triplerle kendilerini erke, erki de jüri üyeliğine
dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Sıkıntı da bu sanırım. Oysa bu işleyişin
bizzat içindeki birçok imzanın da hassasiyetle genç imzaları takip
ettiğine yine yaşayarak tanık olanlardanım.
Genç olup olmadığım konusuna gelince; kesinlikle genç ve acayip çalışkan
bir adam olduğumu düşünüyorum. İlk kitabı yayımlanmış bir insan olduğum
için değil de şiir serüveni içinde atmayı becermeye çalıştığım ilk adım
açısından gayet genç sayıyorum kendimi. Bu da en iyisi galiba fakat ağır
bir yükü de henüz sırtlandık diye düşünüyorum. Bu zor işte.
Dergiler ve yayınevlerine gelirsek; genç ozan açısından dergilerin,
yayınevlerinden daha duyarlı olduğunu hatta daha cömert olduklarını
düşünüyorum. Ancak yayınevlerinin tavrını da bir duyarsızlık olarak
anlamamak gerektiğine inanıyorum. Önceleri bu paradoksu anlamakta
sıkıntı çekiyordum ancak; yayıncılık yapmaya başladıktan sonra anladım
bunun öyle vefasızlık filan olmadığını. Çünkü bu ülkenin okuru şiir
konusunda henüz hazır ve anlamak istediğimiz ölçüde donanımlı değil ne
yazık ki.
Hal böyle olunca; yayıncı şiir kitabı yayımlamak konusunda çekinceli
davranıyor ya da tamamen reddediyor. En nihayetinde yayıncı açısından
her kitap bir yatırım anlamı taşıyor ve duygusallıktan kurtulacak kadar
cesurlaşacaksak; bir artı değer ürünü olarak anlam kazanıyor.
Dolayısıyla kazanca dönüşmeyen hiçbir ürün, ticari amaçla yatırım yapan
müteşebbis için hiç de cezbedici bir öneme sahip olamıyor. Bu durum ne
zamana kadar böyle devam ediyor sorusunun yanıtı ise şairin ünlü ve
hatırı sayılır ölçüde kitap satış tirajları yükselen biri olmasıyla
sonlanabiliyor ancak. Ürkütücü ancak; maalesef gerçek. Yaşamın kendisi
yani; şiirsel düşlem değil. Çünkü bu, bir arz talep sorunsalı ve aciz
olan üreten değil; üretimi yönlendiren güçlerin esir aldığı toplumsal
bilinç/bilinçsizlik. Bahsi geçen konu genel anlamıyla şair kişinin
sorunu olarak karşımıza çıkıyorsa genç şairin sıkıntısını tasavvur bile
edemiyorum doğrusu.
KY: Kitabınızın sonunda «Dilin Tarihçesi, Oluşumu ve
Yapısına Dair» adlı makaleniz mevcut. Dil ile dünya ayrımını nasıl
kuruyorsunuz? Kişinin evren tasavvuru ve gerçeklik ilişkisi dil
ekseninde nasıl vuku bulur? Şiir ve dil arasındaki toplumsal ilişki
nedir?
MA: Kitabın sonunda «Dilin Tarihçesi, Oluşumu ve Yapısına
Dair» adlı bir makaleye yer verdik çünkü bir üstdil olarak şairin
uğraşı hem kuramsal hem de pratik açıdan kavram olarak «dil»in
kendisiyle olmazsa olmaz bir ilişki kurarak karşımıza çıkar. Dil ile
zihin, dil ile toplum, dil ile düşünce... gibi ilişkilenmelerin tamamı,
özde şairin dimağını meşgul ettiği kadar felsefecinin bile dimağını
meşgul etmez. Bu bakımdan şairin temel sorunu ne olursa olsun; onu
anlatma aracı sadece ve sadece dildir. Orada yapılan dil tanımlarına
yeniden dönmek istemem ancak; dil, temel anlamıyla insan denen
canlının en temel iletişim ve bildirişim aracı olarak tanımlanır.
Öyleyse bu «en temel» aracın en üst kullanım biçiminin iddiasında olan
ozan/şair kişinin bu olguyu en üst biçimiyle de kavramış olması gerekmez
mi?
Çünkü daha dilin tanımını bilmeden onu kırıp bozmayı hüner addeden ve
hatta buna devrim diyen bir yığın «yetenekli adam» ortalıkta
dolaşırken ve hatta yaptıkları bu abukluklar için bir de
ödüllendirilirken; böylesi bir makaleyi kitaba almak ne yazık ki; tek
çare olarak göründü. Halbuki bu makalenin amacının çok iyi anlaşılmış
olmasını isterdim. Esasen şaşırdığım bunun daha önce ustalar tarafından
neden yapılmadığı. Bırakın bir makaleyi; bir şiir kitabına düzyazı bir
metni M. Cevdet'i ve birkaç usta ismi saymazsak kimseler almaya cesaret
bile edememiş. Neden olmasın?
Şiir, düzyazı metinle kavga ediyorsa; dergilerin kangölü olması
gerekir. Oysa şiir ve düzyazı gayet barışıktır. Kavgalı olan bizim
kafalarımızın içiymiş gibi geliyor bana. Bu da yetmiyor, bu iki yazın
türünün istediğini yapanlara da şaşırıyoruz. Sizce de komik yaratıklar
değil miyiz?
Kişinin evren tasavvurunun onun konuştuğu dilin sınırlarıyla ilişkisinin
olması gerektiği kanaatindeyim. En azından şimdilik böyle düşünüyorum.
Zaten bu soruyu ne F. De Saussure ne N. Chomsky ne de Vygotsky tam
olarak tanımlayabilmiş değiller. Şairlik yapmak ille de gerekiyorsa;
insanın evreni onun dili, yıldızları da sözcükleri olmalıdır.
Ayrıca şiirin toplumsal dilden değil ama toplumdan beslenmesi
gerektiğini --bütün istisnalara rağmen-- düşünüyorum.
KY: Bizi ufuktaki projeleriniz hakkında bilgilendirebilir
misiniz?
MA: Öncelikle en büyük projemi açıklayayım. Sizler bu
söyleşiyi okurken olasılıkla ben askerde olacağım.
İkinci proje; Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülleri'nde övgüyedeğer görülen bir
şiir dosyası ve akademik bir çalışma olan «Devletin Kökeni» adlı bir
başka çalışmam yayına hazır. Onları yakında kitaplaştırmak istiyorum.
En iyi projeme gelince; doğru dürüst bir insan olarak yaşamaya
çalışıyorum.
Teşekkürler.