halil cibran ve mistisizm - zafer yalçınpınar
Arkadaşım adamı bana gösterdi: "Memleketimizin en bilge adamı bu!"
Bunun üzerine, arkadaşımdan ayrılıp kör adama doğru gittim, onu
selamladıktan sonra konuşmaya koyulduk,
-- Siz hangi bilgelik unsurlarına göre yaşamınızı ayarlıyorsunuz?
Kör bilge cevapladı:
-- Ben gökbilimciyim.
Sonra da elini göğsüne getirerek sözünü tamamladı:
"Tüm bu güneşlerle ayları ve yıldızları gözlemlerim." *
1881'de Lübnan'ın Bkarre kentinde doğan Halil Cibran, 48 yıllık kısa
yaşamında Ermiş (The Prophet) , İnsanoğlu İsa (Jesus, The Son Of Man)
gibi edebiyat tarihine geçecek birçok eserin yazarı olmanın yanı sıra,
doğu mistisizminin kendisinde yarattığı duyarlılığı tuvallere geçiren
bir ressam olarak da karşımıza çıkmaktadır.
1918'de yayımlanan Deli (The Madman) adlı eserinden aldığımız yukarıdaki
kısa alıntı bize Halil Cibran'ın eserlerine yansıyan felsefi kimliğinin
genel karakteri hakkında fikir vermektedir. Halil Cibran, insanı tanrıya
götüren tek yolun kendi öz varlığından (içsel varlık) geçtiğine inanan
doğu mistisizminin etkisi altındadır. Halil Cibran'ın eserlerine
yansıyan temel düşünce tüm evreni ve varoluşu kapsayan kutsal bir
büyüklükle bütünleşme arayışıdır. Halil Cibran için Tanrı ölümün,
zamanın ve değişimin ötesinde var olan gerçekle bütünleşmektir. Bu
bütünleşme ancak insanın kendi özüne ulaşmasıyla gerçekleşir. Halil
Cibran 1923 yılında May Ziyade'ye yazdığı mektupta varlığın, düşünce ve
öz olarak ayrılması gerektiğinden bahseder:
"Ruhlarımız asla kavga etmez. Sadece düşüncelerimiz kavga eder. Ruhumuz
düşüncelerimizden çok önce içimizde yüce bir öz oluşturdu. Düşüncenin
işi düzenlemedir ve ruhumuzda yeri yoktur." *
Tanrıyla bütünleşme ya da mistisizmin temel düşüncesi olan kutsal
varlıkla buluşma Halil Cibran'ın resimlerinde de kendini göstermektedir.
İnce çizgilerle oluşmuş resimlerdeki yalınlık insanın tanrının parçası
olan özü, yakarış ise tanrıya ulaşma isteğini simgeler. Çizimlerindeki
insanlar "öz" ü simgelediğinden çıplaktır. Halil Cibran çıplaklığın "öz"
niteliğinden "Deli" adlı kitabının aynı adlı öyküsünde bahseder:
"Tanrıların doğumundan oldukça önceydi. Derin bir uykudan uyandığımda
maskelerimin, benim şekil verip yedi yıldan beri taşımakta olduğum yedi
maskenin çalınmış olduğunu gördüm... Kutsa! Beni maskelerimden sıyırmış
olan hırsızları bile kutsa tanrım." *
Bu noktada Halil Cibran'ın panteizm ve Spinoza'dan etkilendiği
anlaşılmaktadır. Spinoza giysiler hakkında şunu söylemiştir: "İnsan
temiz bir elbise giymekle değer kazanmaz. Fani şeyleri kıymetli bir zarf
içine koymak sağduyuya aykırıdır."
Bazı eserlerinde doğu mistisizminin öğelerini yansıtırken klasik batı
felsefesinin sokratik iletişim metoduna başvurmuştur. Doğu mistisizmini
Hıristiyan efsaneleri çerçevesinde sunmaya çalıştığı kitapları, dönemin
din adamları tarafından oldukça sert tepkilerle karşılanmış, hatta kendi
ülkesinde kitapları toplatılıp yakılmıştır. Bu olayın üzerine May
Ziyade'ye yazdığı mektupta mistisizmin görünmeyen huzurundan şöyle
bahseder:
"Ruhumun mağaraları hakkında ne söyleyebilirim? Başımı dinleyecek başka
bir yer bulamazsam ruhumun mağaralarına çekiliyorum. Eğer bu mağaralara
girecek cesareti bulan insanlar olursa, orada sadece bir insanın dizleri
üstünde ettiği duaları bulacaktır."
- Kaynaklar:
Halil Cibran, «Deli», Yön Yayınları, 1997, s. 53
Halil Cibran, «Aşk Mektupları», Anahtar Kitaplar, 2000, s. 94
Halil Cibran, «Deli», Yön Yayınları, 1997, s. 9
Halil Cibran, «Aşk Mektupları», Anahtar Kitaplar, 2000, s. 27