totur - gökçe polatoğlu
zamanın birinde, uçlu bucaklı ege denizi ortasında küçük bir ada vardı.
deniz ve taze meyve kokusuyla süslenmiş bir masaldı o uzak adada
yaşadığım. (masallarla büyütülmüş çocuklar inanır ancak masallara, o
çocuklar yaşar masalları.) bahçeler içinde büyütülmüş bir prensestim,
sabahın en erken saatinde toplanmış, uyandığımda beni en çok
sevindirecek şeyler olan, taze incir, erik ve armutla beslenen. çilek
rengi yanaklarım vardı o zaman, sonradan sarardım böyle. kocaman bir
adam vardı, yaralarıma bakardı. hiçbir yaranın izi kalmazdı. ama sonra o
gitti. kimseyi istemedi. yaralar bir bir açıldı ellerimde.
beni istemediğini sanmıştım bir süre, ne kadar kötü. o da beni
istemediğini sandı ki bu her şeyden kötü. ama geçti şimdi. yanlış
anlaşılmalar, batıdaki bir deniz kentinden, güneye doğru giderken
çözüldü. ısrarcıydım. bunu anlatmam imkânsız. kelimeler var bunu
anlatmak için, çağrışımlar var ama cümle kurmak çok zor. limandan eve
gelen bir motorun sesi var, mazot kokusu var. dağlardaki sessizliğin
aksine limanda çok konuşan insanlar var. çok konuşan insanları sevmeyen
bir adam var dağlarda. hayvanları sevmeyen insanlarla anlaşamayan bir
adam var. ve ben de onun gibiyim biliyorum bunu. mavi gözlü bir adama
benziyorum. hepimizin mavi gözlü olmasını istemiş bir adam. hayal
kırıklığına uğramış bir adam. gizli mektuplar yazıp da gönderemediğim o
adam. bugün kimse farkında değil ama ben de mavi gözlüyüm. kimse
farkımda değil ama ben de barışamadım insanlarla. sürekli patlamaya
hazır bir bomba gibi dolaşıyorum ortalıkta. her zaman anladım, artık
daha fazla anlıyorum o adamı. denizin kokusunu duyunca onu düşünüyorum
yalnız zamanlarımda. onunla olmak ne kadar uzak şimdi. o adada, rüzgârın
karşısında oturmak, rüzgâra karışmış anason kokusunu duymak... (masalıma
konu olan o rakı, içtiğiniz her rakıdan başka kokardı. onun her yaraya
sürdüğü tentürdiyot da bambaşka kokardı.) o, bir çırpıda dağlara
tırmanırdı, ayaklarına ellerine batan dikenlere aldırmazdı, nasıl olsa
yakasında hep o yeşil iğne vardı. yakaları, ceketleri takmazdı ama her
zaman tıraşlı suratı, bildiğim hiçbir erkeğe benzemezdi! kimse ona
benzeyemedi.
istanbul'un sokaklarında dolaşıyorum, dünya üzerinde dolaşmadığım hiçbir
sokak kalmasın isteyerek. izmir'in dünyanın en güneşli memleketi
olduğunu hissederek, aydın'ı hiç bilemeyerek, onun hatırasını her yere
yanımda götürüyorum. hayatımda sayfalar açılıyor, sayfalar kapanıyor
onun haberi olmadan. oysa o, masmavi sularda attığım ilk kulaçları bilen
adamdı. o, kışın denizi kapatan, yazın, ağır kepenkleri kaldırıp, denizi
benim için açan adamdı. o, kendine göre sevip, sevdiğini anlatamayan
adamdı. ben şimdi insanlara derdimi nasıl anlatayım? sesini duymanın
hiçbir şeye yetmeyeceğini, onu her zaman öyle garip seveceğimi, onunla
geçirdiğim kehribar rengi günlerin aklıma hep mutluluğu getireceğini...
mutluluk, çocukluğumdan aklımda kalan güneşli bir kelime. tepelerden
denize bakarken, rüzgâr yüzüme vururken, deniz kokusunu duyarken, onunla
birlikteyken, bir kenarda durup onu izlerken her şey ışıl ışıldı. ama
saf, meraklı çocukluk günleri bitti artık. bundan sonrası hep aynı. ama
öncesi... öncesinde o vardı.