“tabanımdaki çamur” - sevgi tamgüç
«Çok özledim onu.» Yıllardır
şiirleriyle tanıdığımız Aziz Kemal Hızıroğlu'nun ilk roman denemesi
Tabanımdaki Çamur'un girişi böyle... Ölen kardeşi Aziz Çolak'ın anısına
yazılmış; arka kapakta yazarın «yazmasaydım çıldırırdım» dediği bu naif
roman denemesi, sevda örgülü.
Romanın başkahramanı Kerim, aylardır görmediği Bahriye'yi görmek ister.
Ne var ki Bahriye eski işinden ayrılmış ve kimseye tam adres
bırakmamıştır. Kerim'in onu bulmak için harcadığı çabalar sırasında
kendi içindeki gel-gitleri, çatışmaları, kırgınlıkları günlüğü
aracılığıyla yakalamaya başlarız. Kerim bir yandan Bahriye'yi çok
özlerken, öte yandan onun donukluğuna, duyarsızlığına öfkelenir. Aslında
öfkesi, Bahriye'nin, isteklerine yanıt vermeyişi ve onda doyum
sağlayamamasıdır. Bahriye'ye tavrı hegemonyacıdır. (Bunu ilerki
sayfalarda kendisi de itiraf edecektir.) Bahriye'nin paylaşmasını
beklerken, kendisi onun gerçeklerine eğilmez. Yalnızca onu suçlar.
Âdeta, koparıldığı anneyle yücelttiği kadın arasında bilinçaltında köprü
kurmak ister ama istediği sonuca ulaşamayınca iç dünyasında huysuzlaşır,
onu aynı anda suçlar ve yüceltir. Gerçeklerden kaçar. Bahriye'yi
doğrudan doğruya aramak yerine, önce birlikte gittikleri yerleri
dolaşır. Bu kararsızlığı da kendi kendine kızmasına neden olur.
Öfkesiyle, günlüğündeki söylemiyle Kerim'in oldukça duyarlı olduğunu
görürüz. Ama erkek yanı onu sürekli kendini denetlemeye iter, yer yer
kendisiyle «dalga geçer». Bu, kendisini aşırı sevmesini dizginlemek için
kullandığı özdenetim yönteminin bir parçasıdır. (Gerçekten, Bahriye de
günlüğünde buna değinir.) Ne var ki bu özdenetim ve duyarlılık, onun
içindeki kaosu daha da artırır. Düşündeki karanlık, kirli oda ve
kendisini öldürmeye gelenlerin arasında Bahriye'nin bulunması onun ruh
halini çok güzel simgeler. Yaşadıkları, iç dünyasına birtakım korkuları
da beraberinde getirir: Kerim karanlıktan korkar, yalnızlıktan korkar,
yatağında cenin gibi kıvrılarak uyur (anne karnına geri dönüş isteği).
Tabii ki bütün bunlar Kerim'in asosyal bir insan olduğu anlamına gelmez;
tam tersine. Kerim devrimcidir; bakkal aracılığıyla «silahlı adamların»
peşinde olduğunu öğrenir ve bir gün öldürüleceğini bilir gibidir.
Mücadelesinden kaçmaz, çocuklara, fabrikadaki çaycı teyzeye kadar
herkese karşı insancıldır, paylaşıcıdır ama Bahriye'den kaçmayı, ondan
ayrılmayı düşünür. Bu düşüncesinde biraz da, onunla bir geleceği
olmaması umutsuzluğu vardır.
İkinci gün, Bahriye'nin tuttuğu günlükten aktarılır. Burada karşımıza
ilginç bir durum çıkmakta. İlk satırlarda onun Bahriye'nin günlüğü
olduğunu anlamıyor, izleyen satırlarda farkına varıyoruz. Farklı
günlükler olduğunu vurgulayan bir işaret (değişik yazı karakterleri,
aynı tarih vb.) olmaması, sayfalar ilerledikçe günlüklerin dönüşümlü
aktarılması, biri Kerim'inki (erkek), öteki Bahriye'ninki (kadın)
olmasına karşılık, ikisi arasında dolaylı bir iç içeliği vurgular gibi.
Kerim'in ölesiye sevdiği Boşnak kızı, ağabeyi Samim'in devrimciliğiyle
var olan, sıradan bir ailede yaşayan Bahriye'nin günlüğünde kendi
hesabına, çapınca ayakta kalma çabalarını görüyoruz. Bu arada
Bahriye'nin günlüğünün de Kerim'in kaleminden çıkmışçasına aynı biçemde
olduğu gözümüze çarpıyor. Hatta kadın günlüğü olmasına karşın, yer yer
Kerim'inkinden daha katı ve kuru; bunun Bahriye'nin kişiliğiyle ilgili
olduğunu da pek sanmıyoruz, çünkü yeri geldiğinde kadınsı duyarlılığını
da sergilediği sözcükler var. Bu biçem özgünlüğü akla, ister istemez,
Bahriye'nin günlüğünün çift işlevli olduğunu getiriyor. Bir yanda
Bahriye'nin kendi kişiliği, dışa vurmadığı duyguları, iç dünyası
sergileniyor. Duyduğu yalnızlıksa, Kerim'in annesinin yalnızlığıyla
karşılaştırılarak, anneyle özdeşlik kuruluyor. Öte yanda -özellikle
Kerim'e olan olumsuz duygularını dile getirirken- Kerim'de, Kerim'in
kendi içinde hoşlanmadığı yanlarını Bahriye'nin ağzından dolaylı yoldan
sergiliyor. Hatta biraz daha cesur yorum yapacak olursak, Kerim'in
kendisinde nefret ettiği, yok edemediği yanları Bahriye'ye yok ettirmeye
çalıştığı izlenimine kapılabiliyoruz.
Ağlayan Bahriye'nin, başka bir pasajda, sonunda Kerim'i de ağlatması,
Kerim'in bir düş görmesi ve kendi düşünde gördüğü eve benzer huzursuz
edici bir evin Bahriye'nin düşünde de yer alması, buluşmaya gitmeyerek
kendisini duygusal açıdan öldürtmesiyle, Kerim'in kendisiyle ilgili dile
getiremediklerini Bahriye'nin günlüğüne serpiştirdiğini ya da başka bir
anlatımla Bahriye'nin bir bölümünün kendisinden kaçmak istediği
yanlarıyla Kerim olduğunu düşünüyoruz.
Bütün bu duygu yoğunluğu ve gel-gitler arasında yazar bu iki kahramanı
olumsuzluklarıyla havada asılı bırakmıyor, alternatif olarak -aradığı
karakterler- Oktay'ı ve Ümran'ı ortaya koyuyor; böylelikle okurun
çözümsüzlük sentezine varmasını engelliyor. Yaşama, dostluğa, paylaşmaya
dair düşüncelerini de şiir dolu bir felsefeyle serpiştiriyor. Sonuç
olarak «her zaman umut var» iyimserliğini de satır
aralarına yerleştiriyor.
Tabanımdaki Çamur, Aziz Kemal Hızıroğlu, Tümzamanlar Yayıncılık, Kasım 2001, 200 sayfa