bunu yaşamak - mehmet koz
Dudağında, ısırdığı sigarası, kalem elinde, bir şeyler yazıyor masada. Gece kim bilir saat kaç. Gece mi, sabah mı? Kısık gözleri kâğıtta, evde yapayalnız, yazı yazmakta, zor durumda. Bu haliyle bile hiç kuvvetli görünmüyor. Öyle ya; tek başına yaşayan, fosur fosur sigara içen, etrafını değil önündeki kâğıdı düşünen biri olmak, hem de gecenin bir yarısı olmak, güçlü bir insanı simgeler çoğunluk. Ama bu öyle değil. Sigarada uzayan kül boynunu büktükçe, kendi direnci de büküyor boynunu. Eridikçe sigara, gücü de eriyor sanki. Ne yazdığı belli değil.
Ne yazdığı belli değil. Şiirse şiir yazdığını bilerek yazardı. Öykü, romansa ne olduğunu bilerek yazardı hep. Şimdi ne yazdığını bilmiyor. O yazdıkça masa altında ayaklarında dolanan kediye aşinaydı hep. Ya da hiç hissetmezdi. Şimdi ürktü birden kedi bileklerine sürtünürken, çekti hızla ayaklarını, masanın altına baktı. Kedi daha da ürkerek kaçtı bir uca. Küller düştü yere, bir başka sigara yaktı sonra. Eh be adam! Arkasına yaslandı nihayet! Bıraktı kalemi, ellerini ensesinde birleştirdi. Bakalım neler yazmış? Okunmuyor ki! İlhan Berk gibi okunaksız yazıyor. «Özlemler daha masumdur arzulardan» gibi bir şey yazmış. «Biri yalnızlığım, diğeri yalnızlığımdan çıkmak» demiş son cümlesinde. Eğildi tekrar kâğıda. Ama kalemi eline almadı. Başparmaklarıyla gözlerini ovdu ve yüzünü kolları içine, masaya gömdü. Uyuyacak belki...
Sabah işte. Kaldırdı saatler sonra kafasını. Oda aydınlık içinde. O, bunalımlı biri değil ki kapasın sımsıkı perdeleri. Gece gündüz hep açık. Mavi perde de, tül de hep açık. Sadece gücü, direnci azalmıştı o kadar. Dün gece neyse o. İyice uyuduğu belli ki hiç ağır hareket etmedi. Kalktı hemen, dolandı ev içinde. Televizyonu açtı, mutfağa gitti bir şeyler hazırlamak için. Dolap sesi, ayak sesi, demlenen çay sesi, bardak-kaşık sesi, televizyonun sesi... Ne çok ses oldu bir yerden sonra, karıştı hepsi birbirine. Kedi bir uçta yayılı, şaşkın onu izledi. Fakat neden dünden eser yok?! Sandalyede, masaya eğili uyuyan bir adam nasıl uykusunu böylesi almış kalkar? Hem beli niye ağrımıyor bunun? Yazdıklarına neden bakmadı hiç? Öyle canlı kalktı ki yüzünü yıkamak çok sonra aklına geldi. Islak yüzüne aynada bir süre baktı. Sakallarını sıvazladı. Yine uzun uzun baktı kendine. Yüzünden anlaşılmıyordu düşündükleri, ruh hali. Ne yıpranmış, ne de güleç bakıyordu.
Mutfağa döndü. Çayını koydu, sonra da bardağını, yiyeceklerini bir tepsiye koyup odaya geçti. Tepsi masada sallanınca altındaki kâğıtları aldı. Nihayet dün gece yazdığı kâğıtları eline alabildi. En son yazdığı kâğıda bir baktı. Onu duvara iğneledi. Tekrar baktı ve gülümsedi. Masaya, kahvaltıya oturdu sonra. Ona bu gülümsetmeyi sağlayan neydi? Bakalım mı şu kâğıda? Gerçi biliyoruz ya son yazdığını. Arzular, özlemlerden, yalnızlıklardan falan bahsediyordu o çirkin yazısıyla.
Fakat o ne ki öyle?! Büyük harflerle yazılmış bir son cümle. Buydu demek onu gülümseten. Hatta gün ışığında uyanır uyanmaz böylesi capcanlı olmasına neden olan. Fakat ne zaman yazdı bunu?
«EN BÜYÜK ARZUM, ÖZLEMİM, BUNU YAŞAMAK.»