bir çoşkudur kısafilm, aşkla üretilen... - korkut akın
Kısafilm, dağların doruklarından, baharla birlikte eriyen kar sularının
çağıltılı, okyanusa ulaşma coşkusudur.
Kısafilmi böyle tanımlamak da aynı coşkunun yansıması olmalıdır, ki
heyecan bir yaşam boyu sürsün. Gerçekte de öyledir, hayat sizi alır
taşır kendi coşkusunun içine...
«Burjuvalar yüksek duvarlarla
Çevirmişler avlularını
Ama bir kiraz ağacı gördüm ki geçen gün
Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını»
Ataol Behramoğlu'nun bu dizeleri en iyi tanımıdır kısafilmin de
kısafilmcinin de... Böylesine bir tanımın ardından tutup kısafilmi,
kurmaca filmin (fiction) özeti olarak görmek yanlışına düşmemek gerekir.
Bizde ağırlıklı olarak, özet film olarak tanımlanabilecek filmler
izliyoruz kısafilm diye.
Uzun filmle kısafilmin arasındaki farkları saymak gerekir o zaman. Önce
adından başlayalım: Sözlükler de içinde; kısafilm, iki sözcük olarak
yazılır tüm kitaplarda; oysa kısafilm başlı başına bir türdür ve
'kısa'lıkla hiçbir ilgisi yoktur. Zaten kısafilmi kısa yapan süresinden
çok içinde barındırdığı coşku ve aşktır. Bağımsız oluşu, yapımcısının
yalnızca kendi kararları doğrultusunda, kendince anlatması ve kuşkusuz
kimseye kendini beğendirme gibi bir kaygısının olmamasıdır temelinde
yatan. Çoğunlukla senaryosunu yazan kendi gücü ile doğru orantılı,
olanakları ölçüsünde yapar, yönetir. Kimi zaman kendi çeker. Pek seyrek
olarak profesyonel oyuncular rol alsalar da oyuncu kaprisi olmaz kısa
filmde.
Ayzenştayn'ın «Potemkin Zırhlısı»nda aslan heykellerinin kükreyişi
kurgusu, halkın katliama tepkisini anlatır. Çok bilinen bu örneği burada
böyle anlatırken etkisini zayıflattığımı biliyorum. İşte kurgu bu! İlk
dönem sinemacıların ses olanağını kullanamamaları onları simgesel
anlatıma itmişti. Bu da bir başka kısafilm tanımı oldu...
Birden dalıp tecimsel değildir demek yerine edebiyat yapmaya sıvandım.
Kurmaca, uzun film çeken yönetmeni sınırlayan birçok unsurun varlığına
karşın kısafilm yapımcısının sınırları yoktur. Neyi, nasıl düşlemişse
öyle çekmeye çalışır kısafilmci. Olanakların kısıtlı olması döndüremez
onu yolundan. 80'li yıllarda yalnız ve sıkıntılı bir süreç geçirmek
zorunda bırakılmıştım; elimden alınan özgürlüğümü kısafilm öyküleriyle
giderdim. Daha sonra, arkadaşlarımın da önerisiyle uzun film senaryosuna
dönüştürdüm. Koşullar izin vermeyince 90 dakika olarak tasarladığım
senaryoyu 6 dakikaya kadar indirdim. Ülkenin üzerine inen 12 Eylül
darbesini iki vagonun birbirine çarpmasıyla simgelemiştim. Gerçi onu da
çekemedim; başka sorun.
»Işık artı zaman eşittir sinema» tanımı tüm yetersizliğini de içinde
barındırarak kısafilm tanımıdır aynı zamanda. Bu tanım aslında sinema
bir hayattır anlamındadır; her ne kadar yanlış anlaşılmış olsa da. Bir
kısafilmci arkadaşımız, tek kare filmle katılmıştı bir yarışmaya. Hâlâ
da tartışılır ortaya çıkanın film olup olmadığı. Ama, bilinmelidir ki,
deneyselliği de barındırır içinde kısafilm.
Pelikül artı ışık artı kurgu tanımı daha bir doğru geliyor bana ya da
yukarıda değindiğim gibi «dağların doruklarından denize ulaşmak için
gürül gürül akan kar suları».
1983 yılında İFSAK Kısafilm Yarışması'nda Büyük Ödül kazanan
«Voli» kısafilm tarihimizin dönüm noktasıdır. İFSAK'ta ilk
--ve tek- büyük ödül kazanan 8 mm filmdir Voli. Egeli bir balıkçının 24
saati anlatılır, umudu ve yangını içinde barındıran. Rıza Baloğlu, Ömer
Sabuncuoğlu ve Korkut Akın'ın ortak üretimi olan film afişi, broşürü,
gazete ve dergilerde yoğun tanıtımı ile en çok izlenen kısafilm onurunu
da yaşamıştır.
Televizyonların özelleşmesi ve kanalların çoğalmasıyla birlikte
kısafilm, umulandan daha kötü bir dönem geçiriyor. 8 mm filmlerin yerini
video aldı; görece çekim maliyetleri düştü; festivaller yapılıyor; ama
gelişimi durdu.
Arzulanan yere gel(e)memesinin temel nedeni sanıyorum gençlerin
desteklenmemesi. Önce okumalarını engelledik ardından hayata
yabancılaştırmak için elden ne gelirse yaptık. Bağlı olarak, bir de
sponsor bulunamaması ve gösterim olanağının güçlüğü de eklenince;
sıçrama tahtası niteliğini de yitirdi. Eskiden --Sinan Çetin'den Ümit
Ünal'a, Yeşim Ustaoğlu'ndan İsmail Güneş'e-- bu tahtayı iyi
kullananlar da oldu. Kısafilm coşkusunu yitirmeyen arkadaşlarımız da
var, Oktay Güzeloğlu başta. Bir soruşturmaya kısafilmi uzunfilme
tercih ederim yanıtını verdiysem de 6-7 filmden fazla çekemedim ben de.
Sinema bir sanayidir aynı zamanda. Bu nedenle diğer sanat
dallarından ayrılır. Senaryo hazırlığı, oyuncu ve mekân seçimi, kamera
ve ışık... yetmez! Film banyosunda, deyim yerindeyse, «Allah bile bilmez
neler olduğunu,» Onun için üretimi sabır ister, ilgi ister, para ister;
kuşkusuz önce aşk ister. İster el kamerasıyla ister ışığı ve set
ekibiyle çekilsin her çalışma, içinde tecimsel kaygılar yoksa
kısafilmdir ve bu ülkenin kültür zenginliğidir.