giz'li anlatı - umut y. karaoğlu
«Çağlar öncesinden kalma, yaşam yeryüzünde filizlenmeye başladığından beri tüm doğumlara, ölümlere, iyiliklere, zulümlere tanık olmuş, her taşında bilgelik yüklü bir köprü dikiliyor tam karşımda. Ve altından bir nehir akıyor bedenime doğru; zamanın başlangıcından beri, tüm pislikleri temizlemek için, sonsuz bir sabırla akan, en saf suya sahip, büyülü bir nehir... Nehrin üstünde hayaller dünyasını bile çoktan terk etmiş, o güleçyüzlü, ilk balıkçının kayığı yumuşak devinimlerle sağa-sola yatıyor. Ve kayığın içinde, her canlıya yaşama şevkini aşılayan, uçlardan uzak o huzurlu ezgiyi ilk günkü heyecanla çalıp duran, yarı tanrı yarı insan bir kemancı oturuyor; üzerine köprünün gölgesi düşmüş... Nehrin iki tarafında, her türlü yaşantıya gebe çayırlar sonsuza doğru uzanıyor... Ve hepsinin üstünü örten sis perdesi... kimi zaman her şeyin sadece birer karaltı olarak görünmesini sağlayacak kadar yoğun, kimi zamansa renklerin geçmesine izin verecek kadar ince bir gizem kaynağı...»
Zamanın ötesinden gelen bir sahne var ruhumun derinliklerinde. Yalnızlığımın köşeleri yüreğimin en hassas bölgelerine batmaya başladığında ya da varoluşun karanlık tarafına bulanmış düşünceler boğazımı sıkarcasına başıma üşüştüğünde, tüm karamsarlıkları uzaklaştıran, tüm pisliklerden arındıran bir güneş gibi usul usul beliriyor göz kapaklarımın ardında; kendimi gönüllü bir teslimiyetle ellerine bıraktığım bir sığınak, bir kurtarıcı oluyor bu düşsel mekân. Kimi zaman da, kendimi yaşantıların o gelip geçici parlaklığına kaptırıp, amaçsız, anlamsız bir et parçası olarak savrulurken haz rüzgârlarında, bir şimşek gibi çakıyor gözlerimin önünde, ve yüzeysellikte boğulan benliğimi hatırlatan, silinmeye yüz tutmuş sınırlarımı gösteren bir haberci oluyor, bu; hissedişlerimin en pürüzsüz fısıltısı...
Varlığımın anlamı orada, derinlerde gizli biliyorum; düşüncelerle, mantık oyunlarıyla sınırlar tayin ederek değil, yoğun bir sezgiyle biliyorum bunu. Ve bu bana bir ‹neden› sağlıyor; gündelik yaşamın saçmalığı karşısında zihnimin uyuşmasını engelleyen, doğaya ve yaşam döngüsüne çevrilmiş bakışlarımı dirimsellikle dolduran derinliği katıyor hayatıma. Hiçbir zaman sırrını ele geçirme hırsına kapılmayacağım kadar kutsal, beni kendine hapsetmeyecek kadar ağırbaşlı bu içgörüyle aramdaki bağın farkında olduğum zamanlarda, çevremdeki her şey tanrısal bir ışıkla parlamaya, daha bir gerçek gözükmeye başlıyor. Kelebeklerin ebruli kanatlarındaki gözlerinde o hüzünlü sevgiyi, kanat çırpışlarında ölümlülüğü bir armağanmışçasına kabullenişlerini görüyorum. Güneş, köpekleri susturup kuşları davet ederken sahneye, ya da yarasalar ‹alacakaranlıkta sessiz çığlıklar› isimli şarkıyı söylemeye başladığında, bu ezeli orkestranın bir parçası olduğumu duyumsuyor ve nefesimle, kalp atışlarımla ben de katılıyorum yaşamın çoşkulu senfonisine. O zamanlarda biliyorum ki, eğer birinin dudakları titriyorsa ölümün kapısından geçerken, başka bir yerde de bir bebek doğumunu kutluyor aynı, titreyen dudaklarla.
Ne var ki her şey gibi, iç içelik bilinciyle, birlik hissiyle geçen bu tozpembe günler de sonsuza salınamıyor, sönüp gidiveriyor günün birinde. Ve ben kendimi, birbirlerinin gözüne en rahat nefretle bakabilen, sokakta kendi kendine söylenerek yürüyen, hâlâ o ilk günahın vicdan azabıyla kıvranan insanların ortasında buluveriyorum. Yaşamın kötücül yanları yayılırken içimde, bir kedinin ağzında titreyerek can veren küçük bir kuştaki güzelliği görememeye, avuç içlerimdeki terin uzaklardaki bir çiçeğe can vereceğini unutmaya başlıyorum. Ardından ya kurtarıcımı bulma umuduyla salıyorum ruhumu karanlıklara ya da savuruyorum bedenimi görüntülerin o yapay parlaklığına. Ta ki, her seferinde aynı toylukla düştüğüm bu bataklıktan, o sahnenin yardımıyla kurtulana dek.
«Köprü, ona sabırla bakıp incelediğimde bana her şeyi anlatmak için orada duruyor hep. Nehir, bıkmadan usanmadan içime akıyor ruhumu ferahlatmak adına. Ufka doğru uzanan çayırları seyrederken, kemanın eşliğinde huzur dolu hayallere dalıyorum. Ve kayık, akıntı eşliğinde bana doğru ilerliyor; her kalp atışımla ilk yerine geri dönüyor... Sis... Kayık beni aldığında da orada olacak.»