pusula - özgür macit & vedat kamer
'Şimdi-burada' --- işin aslı, hiçbirzaman böyle değildir; 'şimdi'de de,
'bura'da da ---sanki, bir 'dünya'nın saptanabilir belirgin
'nokta'sında--- değildir yaşam : çoktan geride kalmış, anı olarak
durağanlaşmış; hem de, çoktan öteye geçmiş, ulaşılmak istenen ereklere
doğru yürüyüp ilerlemiştir. Garip bir biçimde, ancak geldiği yer ile
çıkacağı yol iyice belirsizleşince bilinçlendirir kişi
'şimdi-burada'sını : artık orada olmayacağı belirginleştiğinde,
'ora'sı da belirginleşmiştir. Örneğin, epey bir süre içinde bulunduğu,
önemli ---şiddetli, sevinçli, ağrılı--- şeyler yaşadığı bir uzama,
birgün, bakıp, "Burası öldü artık...", dediğinde...
(Burada (!), "dünya" kavramına başvurunca, bir açımlama vermemiz gerekli
hâle geliyor:-
Dünya, bir 'çevre', bir 'yer' (topos) ile onun içinde 'yaşayan'
insanların yapıp-ettiklerinin ve ilişkilerinin toplamından (ethos)
oluşmaz --- bir insanın, bütün bunları da içeren bir yönelmeyle,
yaşadıklarıyla ilgili düşüncelerini (anıları, gözlemleri, algıları...)
kendi çevresinde toplamasıyla, oluşur: ister 'gerçek' anlamda, bütün
bunları (o topos ile o ethosu; 'bulunulan yer' ile 'yaşanılan yer'i)
edimleriyle, eylemleriyle kurduğunda; ister de 'tinsel' anlamda,
düşüncesinde 'kurduğu'nda...
Dünya, her bakımdan, ancak kurulmakla varolur : ona yönelmiş, onu
kurmağa çalışan bir çaba yoksa, dünya da yoktur, olamaz.
Çünkü dünya, 'gerçek' ('somut', 'olgusal', 'maddi', vb.) denilen
niteliğine ulaşmak için de, önce 'tinsel' ---düşünsel--- olarak kurulmak
zorundadır : kur/ul/mak...
'Dünya', kendi kendine oluşan (bit/en : physis) 'doğa'ya karşılık,
insanın oluşturduğu ---tasarımlayarak kurduğu, bağlantılar kurarak
yaptığı, ilişkiler kurarak varettiği--- bütünse, bu, bir bütünleştirme
ediminin ürünüdür; çünkü o oluşturulmuş 'gerçeklik' olarak bütünlenerek
tek bir tamlıkla birliklileşmesi de, gene, bir tasarımlanmayı ve
kurgulanmayı gerektirir.
Dünya, tek bir bakışla tek bir bütün olarak kurulabiliyorsa, vardır,
olur --- 'gerçek' olarak da, 'düşünsel' olarak da...)
***
'Şimdi' kavramında odaklaşıyor demek aslında, hic-nunc nitelemesi :
"şimdi" diyebilen kişi zaten bir 'yer'dedir --- oysa tersi doğru değil :
kişi gerçi, zaten, hep 'bir yerde'dir; ama ancak kendi bilincine
ulaştığı anlarda, "Buradayım" içeriğini kurar; ancak da o zaman
('şimdi'), o 'yer'de bulunmasının anlamını örten perde kalkar.
Böylece de, gene garip bir biçimde, 'burada'(sı)nın bilincine ancak
zaman içinde; çok sonra ulaşabilir kişi --- 'ora'dan çoktan
uzaklaştıktan sonra...
Burada ---yani, burada---, önemli olan anılardır --- kişinin
anımsayabildikleri : oysa, onları 'orada' --- o, artık bulunmadığı
'bura(lar)'da--- yaşarken, yanılıyordur belki --- belki, o zamanki
'burada'sında bulunan öteki kişiler (işte, şimdi ---artık, onlar,
'orada' değillerken), "öyle değildi ki", diyebilirlerdi.
Oruç Aruoba, benlik, Metis Yayınları, Mayıs 2005, s. 27-30
I
zamansal kurguda bağışlanabilir mor bir çikolata ellerinizden eksilmiş. ki bazen geceye kadar ölçülür mesafe. sonrası da kişilerde eskitilir.
'Bıktım karamsarlıktan.' -- Bunu söylerken bile karamsarım oysa. Olmayan
hikâyeleri yazmaya çalışmamdan belki de, hayatımın her köşesini
sigortaladığımdan bu kısır kalem.
Başka hayatların hırsızıyım: kendi hikâyesizliğime inat, açlıktan
kıvranmama aldırmadan kafatasımın içinde denizsiz fırtınalar koparan --
yaşanan, ya da, sadece -- o hayatlar.
--- Bu masayı daha önce silmiştiniz.
--- Sanmıyorum beyefendi, en az bir saattir bu tarafa gelmemiştim.
Restoranın karanlık köşesindeki o masada saatlerce rahatsız edilmeden
oturabileceğimi zannetmiştim: Rahatsız edilmek güneş kadar
beklenmedikti.
--- Sen beni resmen kovuyorsun!
--- Yanlış anladınız beyefendi.
--- Anladım ben anlayacağımı, kes!
Sinirle kalktım ve kapıyı arkamdan çarparak çıktım. Az sonra restoranın
sahibi kocaman göbeğiyle dünyanın en çirkin pengueni gibi yaklaşıp
çocuğu azarlayacaktı: Bu, düşüncelerimi bölmenin cezasıdır.
II
Üşüyorum. Evimin içindeki bütün soğuğu toplayıp bir sokak lambasının
dibine koyuyorum, çöpçüler alıp götürürler diye. Bütün belediyelerin
tembelliği üzerinde ve grev yapanlar yine sokak çocukları. Üstelik
tanrının lokavt ilan etmesi gecikmiyor pek çoğu için.
İstanbul'a kan yağıyor, bembeyaz. Bağdat'ın gecelerinin aydınlandığı
gibi değil, Dicle'nin utançtan kızardığı gibi değil, bir sokak çocuğunun
donmuş ellerinin renginde yağıyor:
Üşüyorum, beni üşüten kuzeye bakan ve sert rüzgârlara kafasını eğip
şapkasından medet uman bir seyyah gibi davranmaya çalışan çatlak
pencereden sızan soğuk değil. Beni üşüten içerinin sıcaklığı, yanı
başımdaki kalorifer, onun dokununca elimi yaksa da bakınca, koklayınca
ya da düşününce ürperten soğuk, mavi, metalik dokunuşu.
Kendimi evden dışarı atıyorum. Bıraktığım soğuklar hâlâ sokak lambasının
altında. Belediyeyi arasam, ben kimim ki beni dinlesinler: kelimelerle
oyun oynamayı seven fazla gelişmiş bir çocuk. Aklımda misket oynarım
hergün, develeme dönderirim. Kırk türlü oyun vardır işe yarayan
yaramayan her türlü eşyada benim için. Koleksiyonlarım vardır: en başta
misketler, sonra gazoz kapağı. Bir de yağmur biriktiririm gözlerimde,
çekmecemde mendil.
Sokaklara vuruyorum. Gecenin bir vakti. Sarhoş değilim, bağırıyorum. Kar
İstanbul'a yalnız geceleri lapa lapa yağıyor. Keyfine varıyorum. Sabah
olduğunu okunan ezanla değil turuncu rengiyle ayaklarına un sürüp
kuzuları kandırmaya çalışan ve her türlü masal kahramanından daha
gürültülü olan belediye otobüsüyle anlıyorum. Ara sokaklardan çıkıyorum,
bir cadde, bütün rüzgârlardan daha sert vuruyor suratıma.
Yapacak bir şey yok: Eve dönüyorum.
III
bir ada'yı hecelerken uyandım. gitmesine izin verdim her bir dalganın her bir köpüğüne. ve şimdi gülümsemenden yükselirken dolunay, her çocuk bir masalı emekli ediyor geceden. cam gözler ışıktan yorulmuş uykuyu ebeliyor. ikimiz de saklanıyoruz. korkumuz kardeş yapıyor kitap sayfalarındaki tekleri ve çiftleri. karanlıkta okunmuyor aramızdakiler.
Ne diyordum? 'Bıktım karamsarlıktan.' Ritme alkış tutan insanların
arasında yürüyorum. Sinirli görünmem lazım. Topluluk hiçbir falsosu
olmayan mükemmel bir orkestra gibi: akortları bozulanları çok çabuk saf
dışı ediyorlar. Adımları ritme uyduruyorum. Dışlanmaya katlanamam --
hikâyesizliğin nedeni mi, sonucu mu?
Yağış yok. Kar duvar diplerinde buz gibi uyuyor.
Telefonum edepsizce çalıyor:
--- Yazdın mı?
--- Yazıyorum.
İyi de niye ben yazıyorum?