küçük defterler III - salih aydemir
aşina mekânlardan uzak hüzünlü yazgılar...
ilk saniyeler-dakikalar-saatler: amaçsızca atılan adımlar: kendinizi
hiçbir yerde hissettirmeyen, hiçbir şeye uyum sağlayamayan adımlar...
geçmişe yatıştırılamaz bir acıyla bakan, bugüne ve geleceğe buruklukla
katılmaya çalışan ve parya olmaktan duyulan korku...
gece götürülen insan güvende değildir...
kimliğiniz alınmış hayatınız başka bir hayata çevrilmiş ve yaşadığınızı
iddia ediyorsunuz...
güçlüsünüz ancak haklı değilsiniz...
keşke yalnızca korku olsa!
okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler, dinlediğiniz müzikler,
baktığınız fotoğraflar, resimler ve yüzler;
içinizden geçen gürültülerden çok dışarıdan gelen seslerin iniltileriyle
ağırlaşan gövdeniz...
aklınız ve bedeniniz işgal altındadır...
(düşsel ve düşünsel gerilimlerinizi her türlü yöne çekebilirsiniz... yay
kadar gergin oku kadar hedefsizsiniz...)
yağmur yağar, güneş açar; bayram provaları yapılır; tek bir kare
atlamadan yavaş yavaş şimdi'den önceye dönersiniz...
cennetiniz geçmiştedir ve onu bulmaya çabalarsınız... ışıkların
oyunlarına kat ılır, karanlığı çözersiniz...
yaptığınız yolculuklar ve karanlıklar daha da ağırlaştırır yükünüzü;
geçtiğiniz/kapattığınız her kapıdan sonra başka olan bir şeylerin
içindeymişsiniz gibi gelir...
çıktığınız ve indiğiniz her basamağın sizi hep aynı noktaya getirdiğinin
farkına varamazsınız...
yerin neresinde olduğunuz önemli değildir...
«ne düşünebilirim?» sorusuyla boğuşur durursunuz... içinizde savaş
yeniden ve yeniden başlar; cehennemden payını alan bir iç savaş
tutanaklarına takılır kalırsınız...
nereli olduğunuzun önemi büyüktür; ona göre uyum
yeteneği geliştirirler...
dünyanızı yitirmiş hissine kapılır, sessizliğin kişiliğine eklenirsiniz... birden zenginleşme arzusu kaplar içinizi... oyun yeniden başlar; benliğinize yeni uyarlamalar döşersiniz...
ruhunuzu adım adım gezdirirsiniz hücrede...
gözlerinizle sevdiklerinizin resmini yaparsınız duvarlara;
gülümsersiniz...
unuttuğunuz «özlemek» başlar; gülümsersiniz...
ülkeler düşlersiniz, avuçlarınızdaki ter serinliğe bırakır... rüzgârı
düşlersiniz; uğultularına gülümsersiniz...
hem kazanan hem kaybeden taraf olursunuz; gülümsersiniz...
üzerinize kilitlenen odayı, bir de siz kilitlersiniz içinize;
gülümsersiniz...
savaş romanları, polisiye ve bilim-kurgu romanlar gelir aklınıza;
sonu beklersiniz...
uykunuzdaki yumuşak ve sempatik sese karşılık yeni bir ses duyarsınız
dışarıdan:
güm gümgümgüm güm
«siz, çocuklar gibi davranmayı bilmezseniz, bilgelik sizi çocukluk evresine geri götürür.» − paskal
sonunda alıştım yeni hayatıma, yeniden yazmaya başladım...
yazmak ve müzik dinlemek; ikisi de aynı şey; önce bir tepeye çıkıyorsun
sonra hızla düşüyorsun... heyecan verici tıpkı carl orff'un
müziği gibi...
sana bu kez aşktan bahsetmeyeceğim
tecrübe alıntısı içermeyen gezintiler; evler ve odalar, kuytularımızın
mekânı... kapıları ılık bir dudak gibi karşılıyor bizi...
acıklı bir efsanedir yanılgı; aranan güvercinler değiliz biz...
sana bu kez müzikten bahsetmeyeceğim
insanların yazarken, müzik dinlerken ve sevişirken güzel olduklarını
düşünüyorum...
hangi taraf için bağıracağını biliyor musun?..
sana bu kez şiirden bahsetmeyeceğim
yalnızca yaşlanıyoruz...
büyüdükçe küçüldüğümüz bir hayattan bahsediyorum; çatlak büyüyor,
carmina burana dinlemeye devam ediyorum...
sana bu kez acılardan bahsetmeyeceğim
bildiğim gerçeklerin arasındaki boşluklardan yazıyorum; geceleri uykumu
kaçıran müziğin peşindeyim...
sana bu kez düşlerden bahsetmeyeceğim
iflas etmiş özgürlükler, ziyan olmuş kaçışlar...
anarşist duygularımın neşeli bir başlangıç yaptığına nedense hep
inandım, evet, neşeli bir başlangıç...
sana bu kez öykülerden bahsetmeyeceğim
hayat, maddenin romanı...
şair, yaman çürümelerin kurbanıdır...
kuşkunun tarihi savaşlardan önce başladı...
memelerin sisle karışık bir veda...
sana bu kez yağmurlardan bahsetmeyeceğim
büyümezsek küçülemeyeceğiz...
gülümse... hâlâ yaşıyoruz; kutlanmaya değer bir inat bu...
sana bu kez alkolden bahsetmeyeceğim
sonsuzluk bir kahkaha gibi başka dünyalar yaratıyor çekip gitmelere...
ellerim kirlendikçe burnumda yaralar oluşuyor...
her şeyin yarınla bir ilgisi var...
sana bu kez gitmelerden bahsetmeyeceğim
solucan hızıyla koşuyorum çocukluğuma; küf hastalığına yakalandım...
lenin öldüğünde eski kırk derece soğuk varmış moskova'da...
sana bu kez rakamlardan bahsetmeyeceğim
soru yaratmayan yanıt hükümsüzdür...
bir an unut estetiği: hikâyesini anlatmayan merak tehlikelidir...
babamın eve gelme saatleri değişti anne
sana bu kez yangınlardan bahsetmeyeceğim
her buluşma bir çarpışma;
insan hayatının çıplaklığı ile masaya oturmalı...
evlenme teklifi:
«küçük amadeus, imparatoriçe maria-theresia'nın huzuruna çıkarken
kendisine iki prenses eşlik ediyordu. bunlardan biri, ileride fransa
kralı ile evlenecek olan maria-antoinette idi. yavaşça yürüdükleri
halıdan ayrılarak, ayna gibi parlayan döşemenin üzerine bastı. ama
aniden dengesini kaybederek yere yuvarlandı. maria-antoinette hemen
küçük yaramazı kucağına alarak, canının acıyıp acımadığını sordu. genç
kızın boynuna sarılan amadeus, büyük bir ciddiyetle şunları söyler:
bana karşı çok kibar davrandınız, sizinle evlenmek istiyorum.» − requiem
«kiralık gece:
gecenin aklından şiir eksilirken yaşam aklına takılır şairin. bir yandan
anlamı eksiltirken sokaktan üşür. kâğıt güneşten yoksundur ve acısını
şaire kiralar.» − vk