ipler - kerem ışık
Sabah uyanır uyanmaz Ferit'i bir ucu kendisine, diğer ucu işyerine bağlı
olan ip çekiştirmeye başladı. Zorla yataktan kalkıp dişlerini fırçalamak
üzere banyoya girdiğinde iyice güçlenmeye başlamıştı bu ipin çekimi.
Elinde diş fırçası, kıyafetlerini hazırlamak üzere yatak odasına
döndüğünde karısının hâlâ uyuyor olduğunu gördü. Zaten bir ucu
kendisine, diğer ucu karısına bağlı olan ipin onu henüz çekmeye
başlamamış olmasından anlamalıydı bunu.
Apar topar yarı ütülü bir pantolon, düz renk bir gömlek ve soluk renkli
bir ceket çıkarıp tekrar banyoya koştu. Ağzını yakan diş macununu sesli
bir şekilde tükürdükten sonra buz gibi suyu yüzüne çarparak ayıltmaya
çalıştı yorgun bedenini. Henüz tam olarak ayılamadığı için bulanık
gördüğü aynadaki aksine bakarken bir ucu karısına bağlı olan ip
gerginleşmeye başladı yavaş yavaş.
«Günaydın.»
«Günaydın» dedi Ferit aynadan karısına bakarak. «Sence çok mu
yaşlandım?»
«Saçmalama Ferit Allah aşkına sabah sabah. Hadi giyin de iki lokma bir
şeyler ye çıkmadan.»
Kendi beline doğru kaydı gözleri. İşyerine uzanan ip iyice gerginleşmeye
başlamıştı. Lavaboyu gerektiğinden fazla sıktığını fark etti ve tutuşunu
gevşetir gevşetmez işyerine uzanan ipin çekim gücünün de etkisiyle
kendini fazla zorlamadan hışımla yatak odasına daldı.
«Ferit!»
Bir yandan giyinirken bir yandan da işyerine uzanan ipi kontrol
ediyordu.
«Efendim!» diye seslendi karısına.
«Timur› u uyandır, okula geç kalacak!»
Bir anda bir başka ip daha dolandı beline, işyerine ve karısına uzanan
iplerin arasına karışarak. Kravatını sıkılaştırıp ceketini giydikten
sonra henüz gevşek olan bu yeni ipi takip ederek oğlunun odasına girdi
yavaşça.
«Timur.» Ses yok. «Timur, hadi oğlum, geç kalıyorsun okula.» Yeni
beliren ipte hafif titreşimler.
«Ya uf ya.»
Bir an için gerilen ip tekrar gevşeyiverdi. İşyerine uzanan ip onu zorla
odadan çıkarmadan önce son bir kez dürtebildi yüzüstü yatan oğlunu.
«Timurrrrr!» Ve odadan dışarı çekiliverdi.
İstem dışı bir şekilde kapıya doğru giderken karısına uzanan ip daha bir
sertçe mutfağa çekiverdi onu.
«Ferit! At şunu ağzına hadi. Hala gitmeye çalışıyorsun bir şeyler
yemeden.»
«Sağ ol canım. Ellerine sağlık.»
«Arabanın taksidini unutma canım. Bugün son günü biliyorsun.»
«Araba...» diye mırıldandı Ferit ve bir ip daha dolanıverdi beline,
işyerine uzanan ip onu son bir zorlamayla kapı dışarı etmeden önce.
«Hayır, hayır unutmam» diye bağırıyordu kapıdan çıkarken.
Üçer beşer atlayarak iniyordu merdivenlerden işyerine uzanan ipin hızına
yetişmek için. Saatine baktı.
07:48.
İp daha bir gerginleşti. Hışımla arabaya binip çalıştırdıktan sonra gaza
bastı. Sabah trafiğinin karmaşasında ağır ağır ilerlerken bir yandan da
düşünüyordu, düşündükçe beline yeni yeni iplerin dolanmasına aldırış
etmeden:
«Araba taksidi ... Telefonla talimat veririm onun için, sonra ne
vardı... Annemin diş parası!»
Yeni bir ip.
«Bugün ayın kaçı acaba? Ev kirasını unutmasak.»
Bir ip daha.
Saate baktı göz ucuyla.
«08:15 olmuş bile.» İşyerine uzanan ip bir anda asılıverdi Ferit'e ve
yüzünü neredeyse direksiyona yapıştıracak kadar eğilmek zorunda bıraktı
onu.
«Timur kalktı mı acaba? Yine geç kalmasa bari, bu kaçıncı? Öğretmeni
arayacak beni yine!» Ucu Timur'la sonlanan ip gerisingeri koltuğa
yapıştırdı sırtını.
İplerin devinimiyle bir sağa bir sola sallana sallana işyerinin
kapısının önüne vardığında arabanın soluk saati 08:25'i gösteriyordu.
Apar topar arabayı park ettikten sonra koşar adımlarla camlı bir kapıdan
geçip asansörün önündeki ruhsuz kalabalıkla birlikte beklemeye başladı.
İşyerine uzanan ip onu merdivene yönlendirmeye çalışıyor, o direndikçe
daha bir gerginleşiyordu sanki. Birkaç saniye sonra asansörün kapısı
ağır ağır açıldı ve kalabalık bir çalışan ordusu hücum ediverdi içeri.
Etrafındakileri incelemeye başladı asansör yavaş yavaş yukarı katlara
doğru tırmanırken. Kimi esniyor, kimisi de fısıltıyla yanındakine bir
şeyler anlatıyordu.
«Nereden buluyorlar sabah sabah konuşacak şeyi?» diye düşündü işyerine
uzanan ipin çekimiyle yanındakini ittirip dururken.
«Pardon!»
«Affedersiniz?» Şaşırmıştı Ferit. «Bana mı dediniz?»
«Tabii ki de size dedim. Üzerime çıkacaksınız. Terbiyesizliğin lüzumu
yok sabah sabah!»
Bunları söyleyen yanında duran kırmızı elbiseli bayandı.
«Hop bilader! Ayıp oluyo ama. Bayan haklı!» dedi kirli sakallı bir
adam.
«Evet kardeşim, bu ne böyle sabah sabah!»
Sesler yükselirken son bir gayretle kendini çekip uzaklaştı kırmızı
elbiseli bayandan. Sallanmaya devam etti bir sağa bir sola.
«Ben... Şey... Pardon... İpler... İplerden dolayı şey ettimdi» diyebildi
sadece.
«Anlamam ben ip mip! Rahat duramayacaksan binme kardeşim asansöre!» diye
çıkıştı kirli sakal.
«Ne ipi ayol, çıldırmış herhalde» diye fısıldadı Ferit'le aynı katta bir
başka ofiste çalışan gözlüklü sekreter yanındakine.
«Duydum seni» diye düşündü Ferit sinirli sinirli. «Çıldırmakmış! Bu
insanlar nasıl başa çıkıyor bunca iple anlamıyorum!»
Beşinci katta kısa süreli bir gong sesiyle açılan asansörden inerken
ters ters Ferit'e bakıyordu kirli sakallı adam. İki kat sonra da Ferit
ve diğerleri indi asansörden.
Saatine baktı. 08:29.
«Tam zamanında» diye düşündü ipin çekimine kendini bırakmış bir
vaziyette ofise doğru kayarken.
Koşarcasına girdiği ofis kapısının hemen solundaki sekreterin şaşkın
bakışları arasında «Günaydın!» diye bağırarak odasına kayıverdi Ferit.
Odasına girmesiyle üzerinde bilgisayar ve birkaç dosya olan masasının
arkasındaki koltuğa kendini bırakması bir oldu. İşyerinde sonlanan ip
artık gevşek ve kısacıktı.
«Alo.» Nefes almasına fırsat vermeden çalan telefonu cevapladı soluk
soluğa.
«Günaydın Ferit.»
Arayan patronuydu.
«Günaydın Hulki Bey. Nasılsınız?»
«Kötü Ferit. Kötü.»
Sevimli olmaya çalışmıştı Ferit, patronunun sevimlilik anlayışının
onunkinden ne kadar farklı olduğunu bir an için unutarak.
«Hayırdır Hulki Bey.»
«Yeni bir iş aldık bildiğin gibi. İki güne yetişmesi gerek dosyaların.
İhale var. Vakit yok. Gel, al, düzenle, dosyala, yerleştir...»
Ve bu şekilde en son katıldığı ‹Mükemmel Yöneticilik: Hızlı Konuşma ve
Etkili Kavrama I› adlı eğitimden aldıklarını üzerinde çok iyi bir
şekilde uygulayarak monoloğuna devam etti birkaç dakika boyunca.
«Dosya... İş... Düzen... İki gün...» diye düşündükçe yeni yeni ipler
beliriyordu belinde ve sımsıkı kavrayıveriyorlardı onu. Telefonu kapatır
kapatmaz bu yeni iplerin ivmesiyle patronunun odasına gidip düzenlenerek
dosyalanacak evrakları alması bir oldu. Odasına geri döndüğünde saati
09:01'i gösteriyordu. Bir an önce çalışmaya başlaması gerekliydi. Ama
önce...
Annesinin dişlerine kadar uzanan ip sımsıkı çekiverdi onu bilgisayar
ekranına doğru.
«Ah anne, ah anne!» diye oflayıp puflayarak internetten banka şubesine
girip havale için talimat verdi. Dosyalara uzanan ipler onu rahat
bırakmıyordu bir türlü.
«Ferit Bey buyrun, mektuplarınız...» diyerek odasına dalan sekreter
Fatoş Hanım'ın şaşkın bakışları arasında sağa sola sallanmasını bir
süreliğine de olsa azaltmayı başardı.
«Masanın üzerine koyuverin. Önemli bir şey var mı ki acaba?»
«Yok canım, her zamanki, ekstreler, faturalar vs. vs. işte» ve Fatoş
Hanım odadan çıkmadan dört beş yeni ip dolanıvermişti bile ince
bedenine.
«Son ödeme tarihleri... Telefon gecikme zammı... Eyvah, araba!»
Bir anda ucu arabada sonlanan ip gerginleşiverdi. Sarsıldı oturduğu
yerde. Telefona sarıldı hemen.
«Merhaba, araba taksidini hesabımdan otomatik olarak çekmeniz için
talimat verecektim. Evet... Evet... Veriyorum hesap numarasını...»
Dosyalar gözünün önünde büyüyüp duruyordu sanki. Ne demişti patronu?
«İki gün demişti zannedersem» diye düşündü bir yandan hesap
numarasındaki gereksiz onlarca numarayı birbirine karıştırmadan okumaya
çalışırken.
«Annemi de arayıp havale yaptığımı söylemeliyim.»
Artık hangi ipin gerginleşip hangi ipin gevşediğini takip edemiyordu.
Ekstre ipleri, fatura ipleri, dosya ipleri, aile ipleri hepsi hepsi
birbirine dolanmış gibiydi.
Telefonu kapatmasıyla yeniden çalması bir oldu.
«Alo!»
«İyi günler Ferit Bey, ben Timur'un öğretmeni Asuman Hanım. Oğlunuz bir
kez daha geç kalırsa bu kez sizinle değil müdür beyle görüşmem
gerekecek. Takdir edersiniz ki bursa ihtiyacı olan birçok öğrenci
bulunmakta ve bunların arasında derslere devam etmekte problem
yaşamayacak pırlanta gibi çocuklar var. Oysa Timur'un yalnızca bu
öğretim döneminde geç kaldığı günlerin sayısına bakacak olursak...»
Timur'a uzanan ip masaya yapıştırıverdi başını. Dosyaların ipi onu
kaldırıyor, Timur'un ipi ise gerisingeri vuruyordu başını tahta masaya.
«Ah Timur ah, ah...» diye düşünürken bir yandan da «Haklısınız hoca
hanım...», «Bir daha olmayacak hoca hanım...», «Bizzat ben...» ile
başlayan cümleler kurmak durumunda kalıyordu ara ara.
Telefonu kapattığında belindeki iplerin etkisiyle açık denizde fırtınaya
yakalanmış gemi misali bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu.
Yapması gereken yeni yeni işleri, ödemesi gereken yeni yeni faturaları
hatırladıkça eklenen ipler için artık belinde yer kalmamıştı.
«Badanacının parası... Telefon arızayı aramalıyım... Timur'un dersane
parası...»
İpler kollarına, bacaklarına ve boynuna dolaşıyor, giderek hareketleri
kısıtlanıyordu. Neyi önce düşünüp, nereden başlaması gerektiğini
şaşırmıştı artık. İplerin devinimi onu koltuğuna mıhlamıştı.
Birkaç saat sonra...
«Evet Hulki Bey. Hemen gelseniz iyi olur. Evet efendim. Az önce
oradaydım. Bekliyorum efendim.»
Fatoş Hanım ahizeyi elinden düşürüp soluğu Ferit'in odasının önünde
aldı. Hulki Bey bunca işin arasında onu uğraştırdığı için Fatoş Hanım'a
söylenerek yerinden kalktı. Pahalı köselelerin parkede çıkardığı tok
sese kulak verdi diğer çalışanlar. Ve meraklı göz çiftleri takip etti
usulca Hulki Bey'i Ferit'in odasının kapısına kadar.
«Evet Fatoş Hanım. Umarım gerçekten dediğiniz kadar önemli bir durumdur
bu!»
Fatoş Hanım tir tir titriyordu. Sinirli hareketlerle gözlüğünü
düzeltiyor, bir yandan da kekeleyerek konuşuyordu.
«Evet... Evet Hulki Bey... Anlam... Veremedim.»
«Durun bakalım.»
Ağır ağır araladı kapalı kapıyı Hulki Bey. Neredeyse tüm ofis
çalışanları arkasına geçmiş bir şeyler görmeye çalışıyorlardı. İçeriye
girdiklerinde onları karşılayan masanın başındaki karman çorman bir ip
yumağı oldu sadece. Dikkatli bakanlar ipten kozasının içinde kımıldayan
bir çift gözü de fark etmişlerdir belki. Kim bilir...