kuzey yıldızı - özgür macit
sırlamızı anlattığımız zamanlar vardı ---yalanlarımızı paylaştığımız
sırlarımızı. birbirimize bahsettiğimiz sahte hikâyelerimiz bir de,
sevdalarımıza, umutlarımıza, hayallerimize dair. yağan yağmurların
mutluluğu yansırdı suratımızda o zamanlar, gülümserdik hep birlikte:
bakırdan suratlarımızın ortasında sigara sarısı dişlerimiz çıkardı. gece
olurdu sonra, güneşin batışına ağlardık, mutluluk makyajı akıp, maskesi
düşmesin diye silerdik karşımızdakinin gözyaşlarını. yıldız kokardı
nefeslerimiz.
sizinle olmayan her an saplanan yeni bir bıçaktı kalbimi besleyen
damarlara. bilakis, yalnızlıkmış damarlarımda dolaşan ve yalnız olmayan
tek şey bende yalnızlıklarımmış yine.
«yalnızlıktan korkuyorsun» dedi biriniz sonra. düşündüm, aslında
düşünmekten korktuğumu buldum. düşündüm ve o vakit anladım mahpuslukta
olduğunu en büyük özgürlüklerin. kendimi azat ettim, hayallerimi sizin
yalnızlıklarınıza mahkûm kılıp.
bir de şimdi sorun isterseniz, yılanları neden tutsak ettiğimi
gözlerimde. vereceğim cevaptan korkun çünkü önceden bana sorduğunuz
sorularda cevaplarım sizin kendinize vermek istediklerinizdi. artık
kendi cevaplarımı veriyorum sorulanlara ve ancak yanıtlamak istedikçe.
sevmiyorum, özlemiyorum kimseyi artık, duygusuzluğu yaşıyorum fırat'ın
vadilerden çoşkun ama sesini duyuramadan akması gibi. peki siz de benim
gibi duyabilir misiniz duygusuzluğu? benim gibi bakabilir misiniz
gökyüzüne umutla, yıldızlar size inat başlarını kendi gökyüzlerinden
indirmezken?
birlikte akmak aynı kayaların
arasından ---sizin gibi sevgisi hatıralara sığan insanlarla--- ve
birlikte delmek aynı taşı sabırla, benim seçimim değildi, emin olun.
artık bırakın deniz tenimi öpse, güneş alnıma dokunsa bile bana değmez.
öyle bir tokat yedim ki lodosunuzdan, sormayın.
bilirsiniz eskiyi yaşadık yeni olmaya çalıştığımız zamanlarda bile. oysa
ne kadar kalın bir halatla bağlamışlarsa beni hatıralara o kadar büyük
bir kuvvet onu koparan boynumdan. ağzıma bağladığınız gemi söküp attım
işte ve ne limanlarınızda bir gemi ne de kalplerinizde beni hatırlatacak
bir sevgi kırıntısı bırakmadan gidiyorum ---sofradan ekmek kırıntısı
bırakmadan yarı aç kalkan birisi gibi--- ve gökyüzümdeki bütün
yıldızları ceplerime doldurup terk ediyorum yaşadığınız dünyayı.
bir tek elvedayı hak edebilseydiniz benden onu da esirgemezdim elbet ama
siz bana geldiğinizde merhaba dememiştiniz hatırlarsanız. ben de
hakkınızı verip iyi şeyler dilemeden terk ediyorum sizi. gittiğim yere
gelirseniz bilin ki oradan da kaçacağım.
bir şiirdiniz ---zamanında--- kahverengi solmuş yapraklarında çizgili
şiir defterimin, sildim. yeniden yazmamak için defterimi sağlamca bir
taşa bağlayıp hatıraların yaşandığı yerden denize attım.
«ayrılıklar gölgenin hükümdarlığıdır» demiştim yıllar önce:
«kahrolası ayrılık
kalemin
kahrolası gücü!»