söyleşi: kadir aydemir / dikenler'in saray'ında gezerken - m.met altun
Kadir Aydemir'in 2002 yılında yayımlanan ve oldukça ses getiren ilk şiir kitabı Sessizliğin Bekçisi'nden sonra bugünlerde Dikenler Sarayı adlı yeni şiir kitabı yayımlandı. Şairle yeni kitabı ve şiirinin görünen-görünmeyen yüzü hakkında kısaca konuşup, şiirinin poetik bilinçaltına inmeye çalıştık...
M.Met Altun: «Dikenler Sarayı» adlı kitabınız, kitaplaşmadan önce
İsviçre Hastanesi'nin organizasyonunda seçkin bir jürinin de beğenisiyle
şiir birincilik ödülü aldı. Sizi tebrik ediyor ve eklemek istiyoruz;
ödül sizin için ne ifade ediyor, ödülün sizin şiir serüveninizdeki
etkilerinden bahsedebilir misiniz?
Kadir Aydemir: Teşekkür ederim... Ödülün benim şiir serüvenimde
belirgin ve önemli bir yeri yok. Hiç olmadı. Ödül sadece «Dikenler
Sarayı»nın kitaplaşmasına yardım eden bir araç oldu diyebilirim. İlk kez
bir şiir organizasyonuna katıldım ve bir şiir armağanı aldım. Bu, benim
için gerçekten de bir «şiir yarışması ödülü» değil, bir «şiir armağanı».
Genç şairlerin kitaplarını yayımlama sorunlarını en iyi yine kendileri
bilirler, siz de bir şairsiniz ve bunun farkındasınızdır sanırım.
Dosyanız bir şekilde kitaplaşmalıdır, artık zamanın geldiğini, o
şiirlerden kurtulmak gerektiğini düşünürsünüz. Bu durum benim için de
rahatsızlık veren bir hal aldığında, dosyamı hazırlayıp, son hafta
yarışmaya katılma kararı aldım.
MA: «Dikenler Sarayı», haiku denemelerinden oluşan
«Sessizliğin Bekçisi» adlı ilk şiir kitabınızdan önemli ölçüde
farklılaşmış. Son şiirlerin yaşamla daha girişik ve somuta dokunan bir
yanı var. Ölümün ve iç hesaplaşmanın derin izleri var. Bu belirgin
farklılaşmanın, sizin için çok özel değilse, kaynağını (okurunuzu da
rahatlatmak için) açıklayabilir misiniz? Ya da bu duygunun tutunduğu tek
bir kaynak var mı? Çünkü konsept olarak bütünlüklü bir çalışma var
elimizde.
KA: Bu kitaptaki şiirler zaman içinde kendi kendilerine bir
araya geldiler. Her kitabın bir yazgısı olduğuna inanıyorum... Geriye
dönüp baktığımda ben de bazen düşünüyorum tüm dizeleri, tek tek
şiirleri... Beynimde dönüp duruyor her imge. İlk kitapta arı bir şiir
diliyle haikularımı bir araya getirmiştim, ikinci kitap bir anlamda ilk
kitabın açtığı yoldan çıkışını yaptı. İki kitap da birbirinden dil,
anlatım ve imge yapısı olarak belirgin şekillerde ayrışmakta bence.
Farklılaşmanın kaynağı ortada aslında: İki ayrı dünya, iki ayrı acı. İlk
kitapta doğanın sesini dinlerken ikinci kitap ölümün ve kapkara bir
hayatın, aşkı arayışın haritası oldu benim için.
Fakat ilk kitapta doğanın sesi derken, o sesin çağrışım gücünü
kullanarak farklı bir mesaj iletmek, kapkara bir şiir ortamında, temiz
ve net bir dili yakalamaktı amacım.
Şiirlerimde otobiyografik göndermelere ve benzeri çeşitli izlere
rastlamanız mümkün. Tek bir kaynağa asla yaslanamazdım şiir yazarken.
«Hayat» desek, tek bir şey midir ki, «ölüm» desek ya da «aşk»? Hepsi
toplumsal bir deprem gibi...
MA: «Dikenler Sarayı» yalnız ifadede değil, kurgusal
bütünlüğüyle ve zengin imge dünyasıyla da farklı bir şiirin ön
adımlarına işaret ediyor. Buradan hareketle şiir-birey ve birey-algı
ilişkisi bağlamında söyleyebileceklerinizin önemli olabileceğini
düşünüyoruz. Çünkü bu yanıt, aynı zamanda sizin poetik olarak tarafında
yer aldığınız dünyanın rengini de içerir diye düşünüyoruz. Neler
söylemek istersiniz?
KA: Bir şiir kitabı oluşturmak gerçekten de zor ve zahmetli
bir şeymiş. Sadece şiir yazıp art arda sıralamakla olmuyormuş meğer.
Bunu zaman öğretti bana. Şiirin bireyi yakalaması noktasında şiirlerimle
barışığım. Evrendeki yalnız insanın acılarını ben de çekiyorum,
şiirlerimin insandan uzaklaşması benim için negatif bir durum olurdu
tabii ki. Ben insanım ve bu hayatla bir problemim var diyen şairin,
yaşama karşı şiiriyle bir kalkan oluşturması gerektiği inancındayım.
Algılarımla, haikular yazarken de, «Dikenler Sarayı»ndaki şiirleri
oluştururken de bir birey olarak kendime ve diğer insanlara
yabancılaşmadım, yabancılaşmak da istemem. Şiir insana yakınlaşmalı
gerektiğinde, gücünü yaşamdan almalı... Yaşamınızı kaplayan sözcükler
şiirinizin de üstünü örter diye düşünüyorum.
MA: Kadir Aydemir, şiiri oluştururken nelerin kontrol
altında tutulması gerektiğini düşünüyor, neden?
KA: Şiir yazarken durur ve evreni düşünürüm. Zayıf
dizeleri, herkesin yazdığı türde çağrışımları elerim genelde. Şiiri
bazen parça parça yazar, bazen blok halinde oluşturup nadasa bırakırım.
Fakat çok da düzenli değilimdir bu konularda. Bazen aylarca hiçbir dize
yazmam, bazen her gün notlar tutasım gelir. Sözcük ekonomisini seven
birisiyim, yalın söz ama yoğun anlam peşindeyim belki. Bir şiirde
sözcükler kontrol altında olmalı bence; kullandığınız sözcüğün tüm
anlamlarını ve görünmeyen yüzünü kolaçan etmelisiniz. Sözcükler upuzun
ağaç dalları gibidir biraz, gölgeleri kendilerinden uzundur. Sözcük
seçimleri dışında dize yapısının da şiirde büyük önem taşıdığı
kanısındayım. Ben klasik şiir formatlarına bağlı olarak şiirler
yazmıyorum. Birer, üçer ya da beşer dizelik bölümlerden oluşan
şiirlerimin yanında öyküleme tekniğiyle yazılmış kimi uzun şiirlerim de
var. Şiirde ruh size ait olmalı, gerisi teknik birkaç çalışma
gerektiriyor, ama şunu belirtmeliyim ki ruhu teknik çalışmalarla
da yakalayamazsınız!...
MA: Bireysel yabancılaşmanın ve kültürel çürümenin son
yıllarda toplumsal duyarlılık üzerindeki etkileri açık. Bu noktadan
bakıldığında, sanatçı kişiliğin giderek çeşitlenen sancılarla yüzleştiği
varsayılabilmektedir. Ancak bu sancıların bireye, dolayısıyla sanatçıya
daha derin acılarla dönmesini doğayla dostluk kurarak çözümlemeye
çalışıyorsunuz. Örneğin, «Ne kadar güzelsiniz/ dedim/ mısır püskülüne.»
(s. 39) diyorsunuz. Bu arayış, yalnızlaşmanın bir ifadesi olarak
anlaşılabilir mi?
KA: Bir yönüyle evet. Şiir nesneler imparatorluğu olsa da,
şair onları birbirine kaynaştıran, en basit görüntülerden bile bir anlam
yaratan simyacıdır bana göre. Doğadaki işaretleri ve sesleri izleyerek
şiire varmak benim için çok önemli bir yöntem. İnsanoğlu da doğanın bir
parçası değil midir? Evet, bir parçasıdır ve tek başınadır. Solucanlar
kadar yalnızız, ölü bir kedi kadar yalnız. Ama bu yalnızlığı dile
getirirken kullandığım sözcüklerde bir gariplik sezmiyor değilim; «mısır
püskülü» belki de bir kadının saçlarıdır, «bir bulut gagası» ölümün ta
kendisidir belki de?... Yüklediğim anlamın dışında bir şeyler var; bana
çarpan sözcükleri diğer sözcüklerin keskin yanlarıyla tanıştırmaktır
yazdığım şiirin bir başka amacı...
MA: Yeni çalışmalarınız ve projeleriniz var mı? Varsa neler
yapmayı düşünüyorsunuz?
KA: Şu an Dikenler Sarayı benim için çok taze bir kitap.
Bir şok yaşıyorum bugünlerde. Bir aşk şiirleri dosyası hazırlığındayım
ilerisi için, hep hayalimdir böylesi bir kitabımın olması. Çok fazla
şiir yazmasam da dinlendirerek ve üzerlerinde fazlaca düşünerek
biriktiriyorum aşk şiirlerimi. Onun dışında haikular yazıyorum az da
olsa. İnternetteki web sitem
www.yitikulke.com ile ilgileniyorum, orada
da ciddi bir potansiyel var. Şiir dergim Başka'yı 11. sayısıyla
yayımladım bir süre önce, belki de son sayısı oldu, kim bilir... Tüm
bunların dışında kitap tanıtım-eleştiri yazılarıma ve çeşitli yazarlarla
röportajlar yapmaya devam etmeyi planlıyorum.