Ana içeriğe geç

soruşturma

Kafanızdaki dergiciliği işlevleriyle birlikte nasıl tanımlıyorsunuz? Bu bağlamda Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi'ni nasıl değerlendirirsiniz?

Cem Uzungüneş:

Edebiyat, bize, var olmayan, gerçek hayatta karşılığı olmayan bir dünya sunamayacağı için, ütopyaların bile gerçek hayata göndermeleri (ayan beyan) olan alternatif hayat biçimleri önerdiklerini düşünürsek, bir edebiyat dergisinde hedeflenecek (açık seçik) bir tavır olmalı. O tavır da, hayata dönük olmak. Hayata ilişkin bir derdi, tasası olmak.

Bir edebiyat dergisinin okuyucuyla karşılıklı (hayali) bir anlaşma imzaladığını varsaymalıyız. Bu anlaşmaya göre, (üç maddeyle sınırlayalım) 1. Kötü ürünler anlayışla karşılanmamalı. 2. Vasat ürünlerin derginin prestijini sarsacağı baştan kabul edilmeli. 3. İyi ürünler (görmezlikten gelinmemeli) ses getirecekse getirir zaten... Edebiyat tarihinin kararına saygılı olacağımıza göre. Bir dergi, seçkinci (elitist) olmasın elbet. Ama seçici olsun.
Ancak, buna ulaşmak için, hiç duyulmamış imzalar didik didik okunmalı, sayfalarda cesaretle yer verilmelidir. Yayın kurulu tarafından ürününün kötü olduğuna karar verilmişse, sadece genç ve tanınmamış kalemlere değil, adını duyurmuş kalemlere de, tartışma zemini açık tutularak, gerekçeli «red» cevabı yazılmalıdır. Cesaretle.
Türkiye'deki edebiyat dergilerinde, yaşayan ya da merhum olmuş birkaç dergi dışında, görebildiğim eksiklik, budur, cesaret.
Var olan dergilerimizde, ateşli kuramsal tartışmalar pek yok. Monologlar var. Ayrıca, kişiselleştirilmeyen, nitelikli polemikler görmek isterdim.
Çok satsın kaygısıyla yapılan birtakım cıvıklıkları, dedikodu köşelerini, magazinleşmeleri filan, belli bir düzey tutturulmuşsa, anlayışla karşılıyorum. Ama keşke bunlara gerek duyulmasa!
Her dergi uzun ömürlü olmayı hedefler zaten, ama intiharını da cebinde taşımalı.
Kuzey Yıldızı dergisini, yukarıda sözünü ettiğim cesarete sahip bir dergi olarak görüyorum. Yazarların bir araya gelip toplantılar, tartışmalar düzenlemesi, örneğin, başka dergilere de örnek oluşturmalı.

Kemal Gündüzalp / AH, BİR DERGİM OLSA!:

Dergi olayı‹nı düşündükçe, çok garip ama aklımdan pek de sevmediğim bir şarkının dönüştürülmüş sözleri gelip geçti hep: Ah, bir dergim olsa. Bir zamanlar böyle «varsıllaşma» dileğini, özlemini anlatan bir şarkı vardı değil mi? Demek ki bir düş, bir gerçekleşemezlikmiş benim için dergi! Evet, gerçekten de hep bir dergim olsun diye düşündüğüm zamanlar oldu. Şimdi bile var beynimin bir köşesinde, ama artık tek başıma düşünmüyorum. Çünkü derginin tek kişilik bir etkinlik olduğuna inanmıyorum. Dergi bana göre kendiliğinden bir çoğullaşmayı gereksiniyor sanki. Gençken bazı yazarlarla, örneğin Mehmet Ergün, Tahir Abacı ve Erol Çankaya ile bir dergi çıkarmak isterdim. Hiç tanımadan, tanışmadan. Şimdi de! Çünkü Yarına Doğru‹da, Doğrultu‹da ve Yaşantı Sanat Kitapları‹nda bunun (şiir ve düzyazı‹yı birlikte yazmanın) örnekleri verildi.
Tek kişilik dergiyi düşündüğüm dönemde en azından kendi yazılarımı yazma gibi bencilce bir duygum da vardı kuşkusuz. Hatta böyle tasarladığım, bir «kültür, sanat ve yazın» dergisinin sayfa düzenlemesini yaparken, şiir, deneme, eleştiri, öykülerini de kendim yazmış oluyordum! Yalnızca bu da değil, örneğin şiir köşesinde mutlaka bir de eski şiir (antoloji) olacaktı. Bugün ısrarla birikim dememin nedenlerinden biri de belki budur. Çünkü her zaman gökten zembille indiklerini sananlara karşı oldum. Böyle bireysel (özel mülkiyetçi) bir dergide küçük oylumlu olacağı için öyküleri «sürecek» notuyla yayımlayabilirdim. Kaç sayı sürerse sürsün. Çünkü bugün var olan dergicilikte neredeyse üç sayfayı geçen öyküler yayımlanmıyor! Bölümlü şiirleri, izleyen sayılarda da sürdürürdüm. Uzun olsun, ama şiir olsun yeter ki.
Neden böyle düşünüyor(d)um? Dergicilerin (hani şu diktatör de olabilen editörlerin) tavırları insanları dergide yayımlanacak düzeyde kısa şiir ve doğal olarak kısa öykü yazmaya zorluyor. Bazen düşünüyorum, acaba bugün öykünün kısa, kısa kısa, «kısa ötesi», yok minimalist vb. hale dönüştürülmesi, bölünüp parçalanmış, teknolojik gelişmelerle iğdiş edilmiş insanların yazdıkları, salt günün koşullarına uygun hızlı yaşamanın bir sonucu mu, yoksa işin içinde yazarların bile ayrımına varamadıkları belli bir koşullandırmanın ürünü mü? Merak ediyorum işte... Çünkü kitap olunca uzun öykü (nuvel, anlatı değil) yazılıyor, ama dergiye gelince «yasak hemşerim!» gibi bir şey var ortada. Tek sayfalık, çoğu kez de dizeleri tek ya da hadi iki sözcükten oluşan şiirler, «ufacık öyküler» ve düzyazı yazmayı beceremeyen yaratıcılardan geçilmeme nedenleri başka neler olabilir acaba? Hani ağzını açan da ozan sözcüğüne karşı, «folklor(ü) şiire düşman» gören, sözel ve görsel kültüre karşı ama, yazılı kültürün anası olan düzyazıdan «muaf», yesinler «yaratıcı sanatçılığı»nızı! Düzyazı yazamayan sanatçıklar uzun söyleşilere gelince, aman Tanrım sayfalarca konuşabiliyorlar. Dilleri var, upuzun. Demek ki düşündüklerini/konuştuklarını yazma «özürlü» bir sanatçı eğilimi moda...
Ben olsam dergimde roman da yayımlar(d)ım! Ayrıca belli bir yaşın altındakiler için geçerli olmayabilir, ama gazetelerde «tefrika roman» okumuş kuşaklar için bir nostaljik duygu da olabilir. Ne güzeldi(r) o! Birincisi, dergiye de katkısı olabilir. Sadık izleyicileri oluşabilir örneğin. Bugün «dizi film» mantığı da bunun üzerine kurulmuştur denebilir. İkincisi, roman yayımlayamayan yazarların --hani olur ya, belki-- yayınevlerinin ilgili, etkin editörlerince izlenmesine yol açabilir, dolayısıyla yazara da katkısı olabilir(di). Salt okunurluk kaygısı açısından değil, ama bu yönüyle de önemli bir «çözüm» biçimi bence!.. Yeterince ilginç değil mi? Kalsın, nasılsa bir dergim yok ve olmayacak da.
Bence salt sanatçı kavramı tarihte kaldı. Sanatçı (burada yazar, ozan) kesinlikle aydın ve (ya da değil!) entellektüel (çift ‹l› ile) olmak zorundadır. Dolayısıyla şiir yazana deneme ya da şiir eleştirisi, öykü yazana yine denemenin yanı sıra öykü eleştirisi ve belli düzeylerde roman eleştirisi-incelemesi yapma zorunluluğu getirirdim. Öyle kırk yılda esinle iki dize çiziktirip, bir gecede kısa, kısa kısa, çok kısacık/mini minnacık bir öykü yazarak dergide yazar görünmesine yol açmazdım!.. Ne sıkıcı bir yayın yönetmeni ya da editör olurmuşum!
Neden? Çünkü şiir, öykü ve roman yazmak «yaratıcı» yanı nedeniyle yetenek gereksinebilir, ancak deneme ve eleştiri sürekli okumayı, biriktirmeyi, eleştirel ve sorgulama bilincini geliştirmeyi zorunlu kılar. Hani herkes okumayan yazarlardan söz ediyor ya. Yok öyle ucuz yoldan yazarlık! Ha, adamda (pardon kadında da elbette, erkek egemen söylem kalıntısı bir dil bu işte) «kapasite» yoksa, ne edelim? O da vasat bir sanatçı olmakla yetinsin... Çevrenize bakın, ne çok var böyle sanatçılardan. Onlara yenisini katmanın bir dergiye ne yararı var? Bence yok, ama yine de engellenmemelidirler, öteki yok madem, yeter ki, bir ışık görünsün, yeter ki «orta zekâ»yı aşan bir şeyler üretsinler, yapsınlar, belki «yaratırlar» da! Şiir yapanlar var çarşıda pazarda... Siz görmediniz mi?
Çocukken «mahallede topu» olan çocuklardan olamadım! O yüzden genellikle top oynatılmadım, eksik çocuk olunca da «kale»ye geçmem istendi. Futbolu, içerdiği «erkek şiddeti» dışında biraz da bu yüzden bıraktım belki de. Sonra bir ‹takım› kurdum mahallede, topum olduğunda. Baktım yürümüyor, çocuklardan biri kasaba takımına transfer oldu, ben de göçtüm anakentlerden birine. Bitti. Şimdi de bir dergim yok! O yüzden mi acaba ısrarla «eleştiri» yazmam isteniyor! Benzerlik çok ilginç. Topsuz çocuk, dergisiz yazar! Oynamıyorum demem bundan işte.
Tek kişilik, özellikle şiir ya da şiir ağırlıklı dergileri (seçkileri) düşündükçe aklıma bunlar geliyor. Bir de bu tek kişilik dergiler bir süre sonra büyük dergilere «transfer» olmanın yolu gibi görünüyor. Örnekleri var, benim aklıma üç-beş tane geliyor. Editör/sahipleri kocaman dergilerde kolayca yazabiliyorlar ve kitapları yayımlandığında o*(nların)* dergiler*(in)*de şiir yazanlar güzel «övgüler» (pardon ‹tanıtma› eleştirileri) yazıyorlar. Ne de olsa «top»u olan çocuklar onlar. Belki de bu dergiler, aşırı kapalı olan yayın dizgesi içinde bireysel bir direnme biçimidir, böyle de bakılabilir (mi?) Ama bu dergileri çıkaranlar «tanınınca» dergilerini kapatıp büyük dergilere çok rahat geçebiliyorlar genellikle. Hangileri mi? Ben nerden bileyim? İstanbul'da yaşamıyorum ki, paraları yetmiyordur, yaygın dağıtım ağının içinde değiller, pek izleyemiyorum bu yüzden.
İşte bu yüzden, artık tek kişilik dergi düşleyemiyorum. Dergi (kadrosu) en az şiirden, öyküden, deneme ve eleştiriden anlayan, bir de öteki sanat dallarıyla (resim, müzik, sinema vb.) en azından belli düzeyde ilgilenebilen birkaç kişiden oluşmalıdır. Her alana bir editör olmalı. Yani adam ya da kadın editör(

e) «şair»se ne anlasın öyküden? Öykücüyse eleştiriye nasıl bakabilsin nesnel gözlüklerle? Değil mi? Ha öykücüyse şiirden anlar mı deniyor, hani kızkardeş meselesi. Bilmiyorum.
Yazı ve ürün bekleyen, yani «toplama» dergiler zorda kalabiliyor. Hele bir de künyesinde «şiir» ya da «öykü» yazıyorsa, bekle ki artık düzyazı gelsin! Yığın yığın şiir, öykü karalaması içinde «iyi ve güzel yaratı» yakalamak için canları çıkıyordur bu dergi çıkaranlarının. Bugün, bunca çok kötü öykü ve şiir yayımlanmasının yanında çok az deneme ve eleştiri görülmesinin nedenlerinden biri de bu olamaz mı? O yüzden en azından beş kişilik dergiler gerekiyor. Çünkü tek kişilik dergiler zamanla kendi çevrelerinde ördükleri hale ile, doğal bir yazınsal önder (mürit vb. örnekleri de var, ama değinmeyelim şimdi oraya) olabiliyorlar. Örnekleri var. Dileyen görebilir kitapçılarda/dergilerde. Bunu derken, bir de adı ne olursa olsun, dışarıdaki (taşradaki) dergilere hoşgörüyle bakalım derim. Örneğin Erzincan'dakine (hiç ulaşamasam da), Avanos'takine: Le Poete Travaille Şair Çalışıyor ve

Şiiri Özlüyorum diyorlar ya. Umuttur yine de. Bakın, bunlar tek kişilik değil galiba.
Bir de dosya konusu gibi bir şey çıktı son yıllarda. Dosya ve bolca söyleşi! Profesyonel dergilerin en sık ve çok başvurdukları yollardan biridir artık bu. Birkaç kişiye yazı ısmarla. Çoğu da aceleye gelsin. Yazar bulamadıysan tanıdık ve yazıya eğilimli iki akademisyen dostu ara. Kotarsınlar bir yazı, ne olacak. Sonra genç bir iki yazar adayını gönder kitabı çıkan, ödül alan kişilerle konuştur. Al sana bir derginin yarısı. Ortalara birkaç şiir serpiştir, elde her zaman vardır depolarca, bir ya da iki de kısa(cık) öykü koy. İşte derginin tamamı. Başka da yolu mu var aylık dergi çıkarmanın? Adı üzerinde süreli yayın, neyle dolduracaksın başka türlü? Hem profesyonel olmak bunu gerektirmiyor muydu? Amatör müsün gecikecek kadar? Ne zaman çıkacağı belli olmayan dergilerdir küçük dergiler. İnsan abone olmaya korkar! Baktın olmuyor, iki aylık yaparsın, olur biter. Onlar da zamanında çıksa, içim yanmayacak!..
Bütün bunlardan sonra,

ah, bir dergim olsa, neler yapardım neler diye düşünüyorum ama, galiba olmayacak. Örneğin

toplu bir yazın kalkışmasına yol açabilirdim. Tek başına çok anlamlı gelmiyor. Böyle dergisiz, kitapsız, dışarıdan yapabilir miyim bunu, bilmiyorum ama, içimden geçmiyor da değil. Kuzey Yıldızı çok «iyi» bir dergi değil. İnsafsızca söylüyorum, elbette «amatör», olsun. Ekonomik koşullarının uygun olmaması etkili büyük olasılıkla. Ancak güzel bir yanı var:

Tek kişilik bir dergi değil. Bunun için önemli her şeye «rağmen», az şey değil bu da. O yüzden değerli ve önemli bir etkinlik sayıyorum çıkışını.
*«Sıkış(tırıl)an Sanatçı ve İnsan»*la ilgili «soruşturma»da yarım sayfa dendiği için uzatmamıştım, ama bu kez söyleyeceklerim çoktu, uzadı galiba. E, dergi sizin derginiz, isterseniz yayımlamayın bu yanıtı, ama kesip biçmeyin lütfen! İyi sanatçı dışında iyi dergilerin de yanında olacağım. Gücüm ve ömrüm yeterse... Elimden başka da bir şey gelmiyor. Bir dergim olmadığı için...
Olsa. Bazı kişilere yazı yazdırmazdım! Sözde «mükemmeliyetçi» ama sıradan şeyler yayımlayanlara ve hasbelkader bazı dergilerin başına bir süreliğine otur(tul)anlara... Dergilere ve özellikle genç ya da yeni sanatçı adaylarına en büyük kötülüğü bunlar yapmışlardır. Kötü ev sahibi gibi, kimilerini «kişisel dergi» sahibi yaptıkları gibi, kimilerini de küstürmüşlerdir. Bir dergim olsa, belki de küskünleri bulurdum. En büyük yazarlar o küskünler ve yitikler arasındadır. Bir örnek vereyim de inanmayın: Hüseyin Cöntürk. Anımsadınız mı? Öldü. Yaz günü. Kitabı da yok değil mi elinizde? Kaç kişide var ki? İşte o adam bir mektupta Hüseyin Peker‹e şunları yazmış: «Yazıya sürekli kendini verme ve yayınlama isteklerine kendini yeniden kaptırman iyi... İyi ise de kendi dergin olmadıktan sonra ya da nazın geçecek bir dergici arkadaşın olmadıktan sonra sonunda hayal kırıklıkları olur, korkarım.» [1] (Alıntıdaki koyu italik vurgu benim/KG) Ben diyorum bu işte bir terslik var ya, meğerse... anladınız değil mi? İnsan bunun için bir dergisi olsun ister işte!
Ha, bir de ne kadar ünlü ve büyük olursa olsun, sorumluluğu imzanındır diye kötü «yaratı» yayımlamazdım. Sorumluluk yazarın olur mu? Editörün ya da yayın yönetmeninindir çünkü kötü ürünün yazınsal sorumluluğu. Neyse. Kimse korkmasın. Bir dergim olmayacak, herkes rahat olsun. Bütün yazdıklarım da kıskançlıktan, hasettendir. Böyle bakılsın. Dergisi olanlara bol şanslar diliyorum. Ama siz siz olun, tek başınıza dergi çıkarmayın bundan sonra, her şey ekip işiyse, dergi de öyledir.

[[1]]

«Hüseyin Cöntürk'ten Hüseyin Peker'e Mektuplar», Edebiyat ve Eleştiri Dergisi, sayı 72, Aralık 2003. Bu not nedeniyle şunu da belirtmeliyim: Tek kişilik derginin en iyi örneklerinden biridir Edebiyat ve Eleştiri, onca yıllık Varlık‹tan sonra. (Başlangıçta Yaşar Nabi Nayır‹ındır yalnızca)

gozluk

M.Met Altun:

Her tasarı bir arayışın ürünüdür diye başlıyorsak söze, aklımızdaki projeleri ihtiyaçlarımızın zorunlu sonucu olarak tasarlıyoruz demektir.
Üç ayrı derginin oluşum aşamasında bulunmuş, birçok dergiye karınca kararınca katkıda bulunmuş biri olarak; yeniden bir dergi tasarlayacak olsam, nasıl olmasını isterdim?
Söylemek istediği bir şeyleri olan biri, içindeki sözcükleri karalayacak bir zemin, bir yer arar. Anlam ve ilişki kendi doğası içinde şekillenir ve çok doğal ki; söz söyleme derdi olan kişinin ilgi ve kendini ifade edebilme alan ve olanaklarının olduğu yerde şekillenir ve orada belirir.
Bu durum, edebiyat söz konusu olduğunda daha çok dergiler aracılığıyla ulaşır hedeflenen yere ya da kişiye. Öyleyse dergilerin bir çığlık yaprağı, bir borazan olduğunu savlayabilir ve bunun içimizde kilitli kalmış duyarlılığı haykırma platformu olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu alanın nasıl ve kimler tarafından oluşturulduğunu, hangi değerlerle ilişki kurduğunu, amaçlarını, üstlendiği ya da üstlenmediği sorumlulukları, duyarlılık noktalarını, poetikasını...vs. bilmek gerekir. En azından insani değerlerle ilişkisini sorgulamayı bilmek gerekiyor. Bu yaklaşım, bir düzleme oturuyorsa; --ki bu düzlem sancılarımızın olduğu yerdir-- o zaman oturup gerekli olanakların da yaratılarak; derginin var edilmesine çalışmak gerekir.
Böylece;
Ben bir dergi daha tasarlayacak olsam; öncelikle kendine bir kulvar bulmayı amaçlamak yerine, zaten mevcut olan kulvarda kendi üslubu ve kendi özgünlüğü bulunan bir derginin etüdünü yapmak,
Klanların ya da sermayedarların hükmettiği bir dergi olmaması için gerekli bütün ilkeleri net ve samimi olarak sağlamaya çalışmak,
Yayımlanacak her gerçek esere kapıları açık ama asla isimlerin eserlerin önüne geçmesine izin vermeyecek kararlılığın gelişmesine olanak sağlamak,
Bir duruşu, bir sancısı olan ve bu sancıyı çok net olarak ifade ediyor olmasına dikkat etmek,
Bir dergi yaratılacaksa; onun her şeyden önce bir felsefesi olmasını sağlamak ve bu felsefenin bütün platolarında derinliğine dolaşımına olanak sağlamak,
Yalnızca nitelik kaygıya saplanarak estetiği ve görselliği göz ardı etmemeye dikkat etmek kadar bunun tam tersi bir olaya da asla izin vermemek,
Çağın getirdiği son demde, kendi varlığını ısrarla toplumdan ayrıştırmaya çalışan yalnız bireyin sızılarını duyumsamak ve mümkün olduğunca yabancılaşmanın tekile indirgediği algı dünyasında her bireyin «ben» derken aslında bir başkasına onay verdiğini ve kişinin yalnızlığını savunduğu en etkin depresif anda bile yufkacıya giderek onun üretimi olan bir şeyden faydalanmak zorunda olduğunu anlatmanın kaygılarını aktarmayı amaç edinmek gerektiğini kavramak,
Söylemiyle farkındalıkları, üretimiyle üretene ve üretiye karşı tavrı net olmak gerekir diye düşünüyorum.
Bir çırpıda aklıma gelen birkaç başlık bunlar. Elbette sanatın ve üretinin ya da eserin en önde olduğu ama asla popülist kaygılar taşımadan, sanatın ulaşımını veya bölüşümünü sağlamak için de gerekli bütün teknik olanakların yaratılarak; dağıtım ve ulaştırılma sorunlarının kesinlikle çözümlenmesi ve periyodik ve istikrarlı olmasına dikkat ve önem vermek gerektiğini düşünüyorum.

«Kuzey Yıldızı» ne yaptı?

- Bir fanzinden bir dergiye dönüşerek cılızlaşana inat sesini yükseltti.\

  • Olması gerektiği kadar ya da gücü oranında varlığını periyodik ve samimice sürdürdü.\
  • Zaman zaman nitelik olarak iyi ayrıştırılamamış ürünlere rastlandıysa da temelde seçici olmaya çalıştı.\
  • İsimlerin değil eserlerin önemsendiğini her seferinde önemsedi.\
  • Hiçbir klan ya da sermayenin erkine yenilmeden; sürecini tamamladı.\
  • Her nedenle varlığı bir yük gibi birkaç genç arkadaşın sırtına vurulmuş ağırlık oldu.\
  • Bir internet sitesi oluşturdu ve birçok genç ismin buluşmasını ve birbirinden haberdar olmasını sağladı. Belki de en önemli olan buydu.

Kendi sürecini tamamladığını anlayınca da artık çırpınmaya gerek duymadan samimice «bu kadar» demeyi bildi.

Salih Aydemir:

kuzey yıldızı, yayın sürecinde iki aşamayı içinde taşıyarak geldi bugünlere... ilk aşama, kuzey yıldızı'nın fanzin olarak yayın hayatına başlamasıydı. bu aşamayı fanzin özelliklerini koruyarak sürdürdü. ikinci aşama ise fanzin sınırlarından çıkarak dergi olma yolunda attığı adımdı.
birbirine tezat gibi duran fanzin-dergi kavramlarını kuzey yıldızı'nın özelliği olarak gördüm. edebiyat tarihimize bakıldığında bu tür geçişlerin neredeyse yok denecek kadar az olduğu görülür. kuzey yıldızı, bu aşamada yapmak istediklerinin ne kadarını gerçekleştirdi, ne kadarını gerçekleştiremedi soruları daha çok içsel bir sorun. buna dışarıdan verilebilecek pek fazla cevap yok aslında.
kuzey yıldızı küçük adımlar ata ata, kişisel istekleri karşılamaya yönelik dergi tavrından uzaklaşmayı başarabildi. bana göre bu çaba önemliydi. en önemlisi de dergiyi çıkaran arkadaşların oldukça genç olmalarıydı. ki bu tür ayaklanmaları önemseyen birisiyim.
çoğu zaman kuzey yıldızı'nın yayın politikası olarak daha çok ürün dergisi olma yolunu benimsediğini düşündüm. ürün dergiciliğinin handikaplarından birisi de sadece sürece bağlı kalmaktır. bu, dergiyi edebiyata katkı sağlama çabasından uzaklaştırır. derginin, o alanı zorlayan ve o alana katkı sağlayan bir dergi olması mümkün olmaz... ancak kuzey yıldızı'nın son birkaç sayısında en azından bu tür kaygıların dergiye yansıdığını gördüm. zamanla bunun daha da netleşeceğini düşünüyorum.
dergide yayımlanan ürünlere baktığımda gerekli seçiciliğin yapıldığını söylemek de zor. buna paralel olarak nitel sıçramalar yapamamış olması da derginin önemli sorunlarından birisi gibi görünüyor.
bu eleştirilerin yanı sıra dergide olumlu gördüğüm ve bilhassa dergicilik konusunda önemsediğim birkaç notu da aktarmak istiyorum:
bunlardan ilki, kuzey yıldızı'nın her şeyden önce grup havasından çıkması ve buna bağlı olarak tavır geliştirme çabalarının olması. bir diğeri, herhangi bir kurum ya da sermayeye bağımlı olmamaları. açıkçası bunu her şeyden çok önemsiyorum. genç arkadaşlarımın kendi olanakları ile kuzey yıldızını 10. sayıya taşımaları ayrı bir başarı. bunu bir dergi için her zaman «değer» olarak görüyorum.
kuzey yıldızı'nın gittikçe daha çok etik ve estetik kaygılar taşıması ve yayıncılığını bu değerler üzerine oturtmaya çalışmasının edebiyat tarihimiz açısından da önemli olduğunu düşünüyorum. zaten bu çabaların gözden kaçması söz konusu olamaz.
özeleştiri yaparak eksikliklerini gideren dergilerin önemi gün geçtikçe artıyor. kuzey yıldızı'nı da hep bu doğrultuda gördüm, görüyorum. aynı eleştiriler her şeyden önce öteki-siz dergisi için de geçerli.
bir edebiyat dergisi çıkarmak önemli değil, önemli olan o derginin kendisine ve içinde bulunduğu dünyaya katmış olduğu değerler ve nitelikler.
yani derginin sürekliliği aslolan.
bu değerlendirmeler ışığında «nasıl bir dergi/dergicilik» sorusu için şunları söyleyebilirim:\

  • edebiyat dergisinin kimliği olmalı.\
  • alanının boşluklarını doldurmaya yönelik değil, tam tersi o alanın boşluklarını daha da genişletmeye yönelik çalışmalar yapmalı.\
  • bir dergide neyi hedeflemişseniz o hedefleri gerçekleştimek zorundasınız. dergi, hep söyleyen bir şey olmalı. söyledikleriyle tartışma açıp, sınırları zorlamalı.\
  • cemaat ya da grup havasından kurtulmalı. aksi takdirde belirli bir alana takılıp kalır, bu da dergiyi küçültür.\
  • yayılmayı değil, genişlemeyi hedef almalı. popülizm şiir için olduğu kadar dergicilik için de ciddi bir tehlikedir çünkü.\
  • dergi bağımsız olmalı, bir kuruma ya da sermayeye bağımlı olması, bir süre sonra değerler konusunda da bağımlık yaratır ve yenilikçi adımlardan çok var olanı korumaya yönelik bir tablo çıkar ortaya.\
  • dergicilik her şeyden önce mimari bir bakış ister. proje aşamasında çok dikkatli davranmak gerekir\
  • dergi editörlerinin kişisel kaygıları ya da kişilikleri derginin önüne geçmemelidir.\
  • dergicilik disiplin ve özveri ister, savrukluğu ya da tembelliği kaldırmaz.\
  • bir dergi yalnızca bugünü değil aynı zamanda geleceği de hedeflemelidir.\
  • ürün dergisi olmak, bir dergiyi gittikçe daraltır ve böyle bir dergi ömrünü azaltır.\
  • her yeni sayısı ile bir sonraki sayıyı zorlamalı ve niteliği artan bir ivme kazanmalı.\
  • dergiyi oluşturan ekibin tutarlılığı ve izleği dergiye doğrudan yansır, dikkatli olunmalı.\
  • nitel sıçramalar gerçekleşmiyorsa, dergi anlamını yitirir ve devam etmesine gerek kalmaz.\
  • her derginin söylecek bir sözü, bir duruşu, etik ve estetik kaygıları olmalı ve dergide yer alacak ürünler buna paralel belirlenmeli.\
  • içinde yer aldığı alanın ruhuna renk ve hareket katmalı.