sudan eskiz - çağla cömert
Suya inelim. Ardımdan gel. Bir zamanlar toprağa düşmüş olan gölgen
sarmalasın beni, sesin gibi karanlık, saydam, öldüresiye zarif. Suya
inelim. Yaşamı özüne kavuşturmak adına. Bağlarımızı koparmak, olası
yitişin soluk kesen hızını duyumsamak, bilincimizi ölümsüzlük
yanılgısından kurtarmak, giden ne ise onu içimize çekmek adına.
Suya inelim. Ardımdan gel. Varlığını hissetmeme izin ver, bedenimi
baştan aşağı titreten buz gibi suda, halhalıma takılan yosunlarda,
ayaklarımı kesen kırık istiridye kabuklarında, ağırlığımla göçen
kadifemsi kum tabakasında... Son hoşçakalım değil bu.
Aşınmış deri montun, tıraşsız yüzün, sıska bedeninle seni düşlüyorum.
Birazdan şarkın başlayacak. Gitarının teli mi kopmuş, Şırınga Parkı'ndan
henüz dönmüşsün, kafan dumanlı... Bir cadı lanetlemiş seni, belki de
kutsamış...
Zengin bir banliyöde büyümüşsün, konfordan tiksinmişsin. Babanı bulma
umuduyla peşine düşen hippilerden usanmışsın. Kimsenin izinden
gitmemişsin. Sakar, hantal, çirkin duyumsamışsın kendini. Abuk sabuk kız
dergileri boy boy resimlerini basmış, rekabet içini baymış... Toprağı
hor görmüş insanlar, dinler sevişmeyi ayıplamış. Huzurun kaçmış... Arıza
bir tip diyorlar sana. Yine de şarkın başlayacak.
Vatanın olan sahnede bir meleğe dönüşüyorsun. Trans halindesin. Saçtığın
armoni allak bullak ediyor seni izleyenleri. Ses tellerini titreştiren
soluğun mistik bir dünyaya taşıyor onları, geri döndüklerinde yürekleri
oranın özlemiyle titreyecek. Kanlarının çekildiğini hissediyorlar,
boşalıp nehrin sularına karıştığını. Korkuyorlar. Yaşam nasıl
korkutuyorsa bizi sen de öyle. Seni seviyorum ama sevmeye korkuyorum.
Kimse senin kadar vermedi kendinden, veremedi. Sınırsızlık öldürdü seni
diyorlar; tutkunun olduğu yerde sınır var mıdır ki... Tek düşmanın
kendindin.
Suya inelim. Ardımdam gel. Ay ışığı masallaştırdığında bedenimi,
gözlerimin yerini imgelemim aldığında, tarif edilmez bir zevkle
kendimden geçtiğimde, sessizlik çalıyorken yanımda ol. İşte, geliyor...
Film şeridi akmaya başlıyor. İçim sıkışıyor, başımın devleştiğini
duyumsuyorum. Geçici yan etkiler bunlar. Gölgene tutundum, kayıyorum...
Prense dönüşür umuduyla öptüğüm kurbağalarla sarıldım. Belki de
prenstiler, ben göremedim. Bataklık beni yutarken etrafımda
vıraklıyorlar. Yalvarırcasına bakıyorum her birine, yardım çığlığı
gözlerimin her kıvılcımı. Görmüyor musunuz, işkence çekiyorum, vıcık
vıcığım. Kanatlı beyaz atı dizginleyemedim, kaçırdım elimden. Sihirbaz
bir prens yok mu aranızda... Bakın, çıplaklığını sergileyen bağımlı kız
pencereden uzatmış dazlak başını; kurumuş çiçekleri suluyor travestiler
sokağında. Bir şair kendini yineliyor, yaratıcılığının sınırlarına
dayanalı çok olmuş. Kışın çocuğu köklerimin yattığı sıcak iklimli adayı
düşlüyor, yutkunuyor. Ortası delik bakır bir para iğneli delik kalbimin
üstünde; kan sızdırıyorum. Dumanlı kafamda sincaplar daldan dala
atlıyorlar. Gülmek adına gülüyorum. Bir yabancı adını unutmamı istiyor.
Bacaklarıyla bira fıçısı çeviriyor bir kadın. Fırfırlı eteği dolgun
kalçalarını açıkta bırakıyor. Kadın kan ter içinde, dişini sıkıyor; fıçı
düşmemeli. Sırf biz eğlenelim diye. İnadına eğlenmiyorum, direniyorum
ona. Haz içgüdümü sevmiyorum. Fazlasıyla düşünüyorum, yapmamam
gerekenleri yapıyorum, fazlasıyla içiyorum... İçmek bana seni geri
getiriyor. Dinle beni, net göremiyorum, yaklaşan o mu yoksa deliriyor
muyum... Nakaratı söylemeye varmıyor dilim.
Öyle gerçekti ki; eskici tezgâhına düşmüş Külkedisi'nin kristal
ayakkabısını gördüğümde... Öyle gerçekti ki; Noel Baba, karalara
bürünmüş, sahilde yürümekteyken. Öyle gerçekti ki karganın koynunda
çiçek çocuklarının öyküsünü dinlerken. Siz hiç alnının ortasından kan
fışkıran bir kadın gördünüz mü, kurbağalar... Neon ışıklarının altında
tanıdık bir yüze rastlayıp yüreğiniz kabardı mı... Onun bebeğini
öldürdünüz mü, mor boncuklarla değiş tokuş ettiniz mi şiirini...
Yaralandı mı özsaygınız şişmiş, kızarık gözleri ifadesizce size
baktığında... Peki hiç çözemediğiniz bir dilde mektup aldınız mı...
Ayrıntılar gizemli işaretlere dönüştü mü sizde de, ölümün kıyısına
sürüklediler mi sizi... Abartmayı sevdiniz mi... Melankolinin
saçmalığını yaşayıp kendinizden tiksindiniz mi... Çekik gözlü bir
denizciyle bulutlar arasında seviştiniz mi... Yumuşak dokunuşları
morartılara alışkın kalbinizi acıttı mı... Güneşin çiğ yeşili bir soda
şişesinde yaptığı ışık oyunlarını saatlerce izleyip sonunda huzur
buldunuz mu... Rüzgârlı kumsalda sere serpe uzanmışken tepenizden geçen
bir helikopter güldürdü mü sizi... Kurguladığınız ölüm biçimleri bir
fetişist gibi heyecanlandırdı mı sizi... Emin olun hiçbir seçim rasgele
olmadı.
Koca koca botlar, salaş palyaço pantolonuyla ölüme gittin. Fareler cirit
atıyordu cesedinin kıyıya vurduğu yerde... Başımı suyun içinden
çıkarıyorum. Nefes nefeseyim. Saçlarım karışmış, yüzüme dolanmış.
Toparlıyorum onları. Kıyıya doğru yüzmekteyim, eskizim beynime kazılı.
Gölgeni suya teslim ediyorum, bir başka sefere dek.