Ana içeriğe geç

tebessümler sokağı - özgür macit

öyle bir sokaktı ki tebessümler sokağı
orada yaşayanlar alabildiğine hürdü
geceleri ayyaşlar, fahişeler ve polisler
gündüzleri çingeneler sahibiydi asfaltın

bırakın ceplerine tıkacak kadar kahkahayı
göklerinde bir tek yıldızları bile yoktu belki
yine de hallerinden memnun olmalıydılar ki
tebessümler sokağında mutlu insanlar vardı

elbiselerini güneşten ödünç alan köleler
sokağı yükselen güneşlere hazırlarlardı
hummalı sabahlarda ve seferberlikler altında
ve kaldırımlardan yükselen nal seslerine inat
balıkçılar haykırırdı - avazları çıktığı kadar
balıkların mayhoş limonlu kokularını
antikaların sönük kahverengisi bastırırdı
oysa eriyen kalayın suya değdiği an
sudan başka kimsenin ciğerini yakmazdi

aç kalan itler geldi sonraları sokağa
vampirlerin geceleri haince yırtmasıyla
ve yırtık gecelerden içeri dolan pislikleri
taşıyamaz oldu kamyonlar şehir çöplüklerine
izmaritlerle kırık camlar kaldı sokağa sonunda

ve sonra itler de terk etti boş sokakları
esvaplarında yamadan geçilmeyen köylüler gibi
kavuran güneş altında bir solucan bir de
ağaçların boynu bükülmüş, yetim kalmışlar:
tebessümler sokağında sessizlik ve keder

kesilmeyen seyyar naraları uzaklarda kaldı
ayyaşlarla fahişelerin siluetleri gecelerden silik
mermer duvarlara yazılan örgüt isimleri yok

insan et, kemik ve kandan ibaret bir çuvaldı
nasırlı ayaklarımıza paslı pabuçlar alındı üstelik

gökyüzü, yıldızlar ve güneş: yitik imgeler
ve masum değildi hiçbir hayalim; kabul
ama zehrin açık açık sunulduğu zamanlarda
özgür kılmalıydı ismim beni / prangaya rağmen
gökyüzümdeki son yıldızım da kaydı, işte
ürkek bakışları arasında baykuşların
ve pusulasını şaşırmış bir gemi misali doğa:
mevsimler art arda gelmeyecek bundan gayri
ayyaşlar bile benden daha ayık olacak
ve fahişeler daha namuslu hayallerimden

şimdi sokaktaki yarı kırık sokak lambasının altı
yaşanan yaz gecesine inat buz gibi soğuk
ancak sıcak bir ezgi var kulaklarımda uzaklardan

oysa nasıl bilebilirdim ki mutluluk zamanlarında
bankları yatak bilip, gazeteleri yorgan bellemeyi
artık yazılmamış bir şiirin mısralarında
umutlarımı iplik iplik çözmek zorundayım işte
bağırsaklarımı kusup, denizin tuzunu ağlayacağım yine
vahasız bir çöldeyim çünkü: bırakın içmeye yetecek
üzülüp bir damla ağlayacak kadar su yoktur!