minibüs - özgün ulusoy
Aynı anda ge çen onlarca minibüs arasından birisi vardı ki, çözülmez bir
duygu akıtıyordu yola. Kendine karşı delice bir inatla beklemiş, ama hep
bekletilmiş bir adamın kaygıları süzülüyordu minibüsün içinden geceye.
Hızla geride kalıyordu her şey, yol çizgileri, saraylar, Haliç, ışıklar,
karanlıklar... Adam kafasının içindekileri dışarı atmak, onları ardında
bırakmak için sonsuz bir arzu duyuyordu. Yolda umuda rastlarsa eğer, onu
beceriksizce kaçırabilme olasılığı oracıkta yitip gitme düşüncesini
sokuyordu kafasına, kaybolmalıydı, unutmalı ve unutulmalıydı. Bir an
önce hem de, beklemeye tahammülü kalmamıştı...
Minibüsün camına dayalı başının içinden neler geçiyordu neler... Hızla,
ama her şeyi sindirerek düşünüyordu. Sonuçta dönüp dolaşıp yine kendi
yüreğine düğümleniyordu kaybolmuşluğu. Güneşle dost bir gün düşünmüştü
örneğin, unutmak istediklerinden birisiydi bu, güneşin umarsızca yaktığı
başını sevgilisinin sözleri döndürüyordu, içten bakışlar gidip geliyordu
aralarında. Hızla kanatlandı, geceye uçtu bu düşüncesi, dev ışıkların
yaladığı bir caminin minareleri arasından ustaca süzüldü ve göğe
yükseldi. Oradan baktığında, aşklar gördü yeryüzünde, terk edilmek
istenmeyen düşüncelerin varlığına şahit oldu. Ve içi sızlayarak, her
yerine bulaşmış karanlığı da yanına alıp tekrar geldiği yere döndü,
nefretle. Adamın yüreğine tükürdü, ve sıkıca bağladı kendini oraya.
Bencillikle suçlanan adam, bir kez daha yitmek istedi, hayatında bir kez
olsun bencil olacak, anılarından soyutlayacaktı kendisini. Oysa
kararlılığını besleyemedi, kendisini savunmak için en küçük bir uğraş
dahi veremedi. Ümitsizdi ve kaybolmuştu. Zayıf olduğunu hissediyordu.
Birkaç denemeden sonra vazgeçti içindekileri salıvermekten, çünkü her
defasında gecenin karanlığına boyanıyor, birer hançer olup yüreğini
kanatmak üzere geri dönüyorlardı. Üstelik adam artık öğrenmişti ki,
yürekteki sıkıntı daha çok yakıyordu insanı beyninin içindekinden.
Kendisine bir yol bulmanın olanaksızlığı cebinde, evine doğru
yollanıyordu. Minibüs geceyi yarıyor, inatla öne atıyordu kendini,
içinde koca bir özlem varmışçasına ilerliyordu. Minibüsün, zaman çabuk
geçsin diye türkü söylediğini düşündü. Zaman çabuk geçsindi ki,
bekletmesindi daha fazla onu bekleyenleri... Adam bunları düşünürken
boğulduğunu hissetti, koca bir el eziyordu onu, ve terk edilmiş olmanın
sancısıyla iş birliği yapmışçasına gözlerinden akan yaşları
siliveriyordu gece. Kimseler görmüyordu ağladığını... Yalnızdı,
kendisine yardım edemiyordu...
"İnmeliyim." diye mırıldandı, "Ne olur dur, yalvarıyorum sana. Türkünü
bölmek istemezdim ama..." Hiç oralı değildi, adam bıyık altından
gülümsediğini düşündü minibüsün, sanki daha hızlı gidiyordu şimdi. Zaman
yüreğinin tam ortasından geçiyordu bir kurşun gibi. Kendisine ışıltıyla
bakan bir çift göz gördü adam, tanıdık bir çift göz. Tanıdık sözcükler
buldu kulaklarının etrafında sallanan: "Sonuna kadar paylaşmaya hazırım
hayatımı!" Ansızın donuklaştı, yabancılaştı karşısındaki gözün
bakışları...
Artık içine sığmayı kabul etmeyen ızdırabını çoğaltacağını bile bile:
"Neden?" dedi adam kıvranarak.
"Nedeni yok, bilmiyorum." dedi buz gibi soğumuş olan ses.
"Anlıyorum." dedi gözyaşları adamın. Oysa sıkılmış yumrukları hiçbir
şeyi anlamadığını söylüyordu.
"Üzgünüm... Üzgünüm..." Hıçkırıklarla birlikte eridi ses, karanlığın
öbür ucunda kaldı.
"Sonsuza dek..." diye düşündü adam, gözyaşları yanaklarını yakıyordu.
İçine düşmüş olduğu kâbustan bir anlık sıyrılışı ve ölüm kokan birkaç
saniyenin yüreğinden geçişi, minibüsün attığı taklalar sonucu yol
kenarında ters yatışı ile noktalandı. Her yanı kaplayan duman umarsızca
dönen tekerleklere eşlik ediyordu. Artık ne gece, ne acı, ne de yüreğini
sıkan eller vardı. Hiçliğin içinde kaybolmuştu insanlar, yollar,
otomobiller, aşklar. Gözlerinin altı şişmiş ve ıslak olduğu hâlde yerde
yatıyordu adam, ölmüştü.
Yıldızların tanıklığında şöyle haykırdığı duyuldu minibüsün: "Aç
gözlerini ne olur, aç gözlerini, aç ki sana bekleyenim olmadığını
söyleyeyim, aç ki yola damlayanın türkü değil, göz yaşlarım olduğunu
söyleyeyim, seni karanlığın acımasız ocağına ellerimle teslim etmemek
için durmadığımı, terk edilmenin ne demek olduğunu bildiğimi söyleyeyim!
Aç gözlerini adamım, ah ölme, ölme!"
Bu sözler gök boyunca yankılanarak dolaştı, geri dönüp bir hançer gibi
kondu minibüsün yüreğine. Çığlıklar... karanlığın öbür ucuna dek uçtular
mı dersiniz?