Ana içeriğe geç

sevimli bir kuğu hikayesi

A Lovely Swan Poem

The dead swans lay in the stagnant pool
They lay, they rotted, they turned around occasionally
Bits of flesh dropped off them from time to time
and sank into the pool's mire
they also smelt a great deal

Paula Nancy Millstone Jennings :::

O kahrolası dediğim Kuğulu Park'ın, en kahredici özelliği hiç kuşkusuz, güzelim ördeklerine rağmen adını aptal kuğulardan alıyor oluşudur. Oraya gidersiniz bir sonbahar gününde, mutlaka kızını belinden tutan, kuğulara kâğıt helva yediren bir adam görürsünüz. İşte o adamdan nefret ederim aslında ben. Benim olmayan her şeye sahiptir. Mutlu bir aile, farkına varılmadan yaşanılan (harcanan?) bir yaşam. Oysa ben ne yaparım, ben ellerimi kollarımda kavuşturur, arkalarındaki banka oturur, varoluşumun her saniyesini hissederek kahrolur, o herife küfrederim. Eda o parka gelmez. Orada olacağımı bildiğinden gelmez, o zaten kuğuları sever daha çok, ördekler sıradandır. Ördekler benim her şeyimdir. O adam da zaten ördekleri değil, kuğuları besler. Kuğular...

Bir keresinde çok iğrenç bir rüya, bir karabasan görmüştüm, iskeletimsi kuğular dört bir yanımı sarmışlardı, hantalca üstüme geliyorlardı, beni yiyorlardı. Bağırarak uyanmıştım, Eda bana bakmıştı; Eda'nın yeşil gözleri vardır, o kadar güzel değillerdir ama benim için özeldirler işte, onları da hep bulanık hatırlarım, hipermetrobum, yakını iyi seçemem ama iki yeşil kondururum bazen düşlerime, onlarla üstümü örter, öyle uyurum. Eda işte o gece bana o yeşil gözlerle bakmıştı, korkmuştu, benim için korkmuştu ama nedense bir türlü bana sarılmamıştı, öylece kalakalmıştım, kalkıp bir bardak su getirmişti, bir şey demeden de yatıp uyumaya devam etmişti. Niye o gece bana sarılmamıştın ki Eda? Ertesi sabah sordum bunu, hiçbir şeyi hatırlamadı. Anlattım da, ancak ondan sonra sarıldı ama artık neye yarar ki... Yalnız bir adam yalnız başına uyanmalıdır, buna da alışmalıdır.