ikilem - osman serhat erkekli
Etimin kurtuluşunu ruhumun
çaresiz zehirlenişine borçluyum
- André Gide
Bir sonsuzluk balkonda
Eski aşkları mı anlatır
Aşk ki konsül bir at gibi
Hep önde gider; biz onun kuyruğuyuz da
Bir güvercin bir serçeyi nasıl kovarsa
Öyle dövüyor bakışların beni
Bir kaplan bir kaplanı izlerken
Bir kedi bir kediyi mi yoksa
Sen bir kaplansın da
Ben bir kedi miyim
Fazla konuşamayacağım
Beni unutma
Ellerimdeki sonsuzluğun
Beni yorduğunu unutma
Ve şunu: Kadın bir beyittir benim için ancak
Ben sonsuz bir şiirin peşindeyim oysa
Uyuyor musun
"Hafiften, yavaş yavaş, evet"
Ölüyor musun, ölüyor muyuz
Ölüm uykudan daha hızlı elbet
Sen bir at gibi bana koşuyorsun rüyanda
Gece koşuyor, ölüm koşuyor şuramızda
Söyledim yeniden söylerim
O atların buharlaşan soluğuyuz biz havada
Uyuyor musun uyuyor muyuz
Duyuyor musun taşların uykusuzluğunu
Dünya peşimizi bırakmıyor
Biz bıraksak da peşini
Ömrümüzü işgal eden bir şey var
Sevmeden meşgul olduğumuz
Ölmüşüm ama diyorlar ki
"Osman Serhat yalnızlıkta ısrar ediyor hâlâ"
Uyuyor musun uyuyor muyuz
Duyuyor musun taşların uyumadığını
Tanrı ki kendinin yoksuludur
Taşlardan daha zengin değildir belki
Eserimin adı çocuğumun adı sitemdir benim
İhmal et beni ama unutma
Ben gideceğim bir gün, sen
Bir yılana sarılır gibi yalana sarılacaksın
Ben gideceğim bir gün ama
Farz et ki yaşıyorum
Kadıköy'deyiz ve
Çay içiyoruz
Unutma tahammül edilmez bir kartal olduğumu
Olduğumuzu
Ki serçeler çarmıha gerdi bizi
İkimizi
Sevincim, sevincimiz
Serçelerin felaketiydi çünkü
Bize nasıl ölüneceğini öğretmedi öncekiler
Nasıl sevileceğini
Tırnaklarımızla kazıdık, oyduk
Hayatımızı nankör bir mermerden
Kum kumu nasıl sever
Kum saatinin içinde
Belki zamanı sevdik yalnızca
Eski hayatlarımızdan bugüne yenilenen çığırımızı
Bir çığ gibi döküldü üstümüze
Sapkın eğilimler
İki avcı kar altında
Dondu diyecekler
Paul Arthur'u niye vurdu anlıyorum
Erkek mi dişi mi bu kumru
Bulutların cinsiyetini
Karıştırıyorum
Büyük adamlar büyük adımlar
Küçültür mü aşkları yüceltir mi
Bir gün elbet hoş görülecek Puşkin'in gizli güncesi
Sade'ın yaşadıkları
Gölge ki bir hayvandır
Dolaşır ahlak denen sıradanlığın üzerinde
Bir tek mısramı bile değişmem mi dedin
Her uykusuzluğa, her hazza
Ne demiştin:
"Uyuyor tanrı! Uyuyor aşk!
Uyuyor rüya! Uyuyor mutluluk!
Uyuyor haz! Ama daha da büyüyor
Gözkapakları acının"
Kırılan camlarıyla baktık gözlerimizin
Gördüğümüz suskun bir körlük, sağır bir çağ
???
Kanatlarım fazla geliyor artık bana
Manukyan öldü
Bütün genelevlere kara bayrak çekildi
Biz biricikliğimizin
Soylu bayrağını taşıyoruz gizli çekmecelerde
Unutma
Denizlerin sesini getirdiğimi sana
Lanetli bir denizci
Kendi kayığında boğuldu diyecekler
Farz et ki yaşıyorum ve
Kadıköy'de çay içiyoruz
Ömrüm parçalanmış, yitik yıllar
Artık kimse yapıştıramaz
Tanrı bizim için yakıştırdığı evreni
Ters giydirdi ruhlarımıza
Yoksa biz de ölümsüz olacaktık
Melekler gibi
Ne diyordu gazete haberi
Ressamlıkla geçinen ve Van Gogh adında biri
Auvers yakınlarında bir tarlada
Tabancayla vurmuş kendini
Farz et ki yaşıyorum ve
Kadıköy'de çay içiyoruz
Yılların defterini dürüyoruz belki ama
Zaman denen şey de bizim defterimizi dürüyor
Doğduğumuz yılı uzatıp duruyoruz işte
Uzayan uzanan bir çocuğuz ölüme
Ben 1968'i uzatıyorum daha çok
...
Bir kış günü, İstanbul'da, Beyoğlu'nda
Elleri cebinde yalnız gezen bir çocuk
Öncesiz ve sonrasız duyumsuyorum
Kendimi bir tanrı gibi, birer tanrı gibi
Değişmeyen şeyler de var dünyada
Mum, çakmaktaşı ve kibrit ve tekerlek
Perde ve şemsiye, kadınların peçesi
Senin gözlerindeki ışık
Aşk, yalnızlık, ölüm
Ve birer tanrı olan bizler
...
Değişmiyoruz
Hayatımız parlıyor ve sönüyor yine de bir kibrit alevi gibi
Biz birbirinde yansıyan gölgeleriz
Ve bir sakız gibi uzuyor şehir
Bizler o sakıza bulaşmış karıncalar misali
Aynı denize dökülen nehirleriz
...
İnsanlar ve hayvanlar beni garipsediklerinde
Kanatlarımı göster onlara
Erimiş mumdan kanatlarımı
Naif bir şiir belki, doğuştan mumya
Tanrı takmıştı kanatlarını da
Bir zamanlar bu adama
Ben cahil bir gövde, nafile bir şiir
Belki mumya
Bu şişman adamlar arasında
Gittikçe cılızlaşan ruhlarız
Farz et ki yaşıyorum ve
İstanbul'da, Kadıköy'de çay içiyoruz
"Ben hapishaneden yeni çıkmışım
Sait'in karaciğeri sancılar içinde"
Rüzgâr, bir kapı durmadan çarpıyor
Sarıldığım mısraı Nâzım'ın ta çocukluğumda:
"En yalnız dalganın üzerine
Boş bir konserve kutusu"
Farz et ki yaşıyorum
Yaşıyoruz