Ana içeriğe geç

istanbul gelinlik giymişti - gülfidan kement

Tepeler bembeyaz gelinlik giymişti. Kar İstanbul'u alabildiğince sarıp sarmalamış, tüm yolları kapatmıştı. Gökyüzü gri ve siyaha hapsolmuştu. İnsanlar evlerine kapanmış, kent sessizliğe boğulmuştu.
Sokaklardaki boğucu sessizlik insanı yalnızlığa sürüklüyordu. Kadın yol boyunca sendeleyerek yürüyordu. İçinde bitmek bilmeyen bir ızdırap vardı. Yolun ayağının altından kayıp gittiğini düşündü. Başı dönüyor, düşmemek için kendini zor tutuyordu. Kendini tutmanın zorluğuyla baş etmeye çalışıyor, yorgunluğu onu hapsediyordu.
Uzun siyah bir kaban giymişti. Karda hüznün dansını yapıyor, ayak sesleri ve rüzgârın uğuldayan sesinin dışında hiçbir şey duymuyordu. Durdu! Birdenbire durdu! Etrafındaki her şey onunla durdu. Sadece rüzgârın çığlığı...
Bir de nefes alışı durmadı! Etrafında onca insan... Onları görüyor, duymuyor, sadece bir zamanın içinde gidip geliyordu. Yaşadığı coşkuları, sevdiği, sarıldığı, kavga ettiği tüm anları düşünüyor, her şeyin bir an önce durmasını istiyordu. Gözlerinden akan gözyaşları adeta yanağında donmuştu. En arkada tek yürüyordu. Yanına gelen bir kadın koluna girmek istedi. İzin vermedi, kolunu böğrüne bastırdı. Tek yürüyecekti! Yalnız, hep yalnız.
Kar yeniden hızlanmıştı. İnsanlar fısıltıyla konuşuyor, bir an önce bu yürüyüşten kurtulmak istiyorlardı. O hiç istemedi bu yürüyüşün bitmesini. Bazıları çok üşümüş olmalıydı ki «Oh! Geldik» dediler.
Herkes çember oldu, tabutu yavaşça indirdiler. Tabut açıldı, önceden kazılan mezara dikkatlice ölü yerleştirildi. Kadın yavaşça geldi. Sanki çok uzaklardan gelmiş gibiydi. «Elveda» dedi... «Elveda.» Çığlıklar duyuldu. Düştü, mezara düştü. Bayılmıştı. Onu ölünün yanından güçlükle çıkardılar, kendisine gelmesini sağladılar. İnsanlar fısıltıyla konuştu. Ölüyü gömdüler.
Kadının koluna kadınlar girdi. Sürükleyerek götürdüler onu. Kar çok hızlı yağıyordu. Kadın yürümeye çalıştı. «Kızım» dedi... «Kızım.»
Tepeler bembeyaz gelinlik giymişti!