arayış - çağrı tozluoğlu
Sabah mahmurluğundaki vücudu döşemenin çıplak soğukluğuyla ürperdi.
Bilincinin yerini, çok derinlerinden ilkel bir benliğin aldığı bir
geceden önce, ayakları döşemeleri yakıyordu. Ateşe yürüyordu ayakları
bir gece önce. Günün karaltısının kim bilir kaçıncı saatiydi o
sıralarda. Hiç de önemi yoktu geçen zamanın başucunda duran saat için ve
saatin ritmiyle yarışan bedeni için. Birinde saatçinin bakır
yağdanlığından çıkmış makineyağı devinir, diğerinde ılık ılık can.
Terk edilmiş benliklerin sığındığı insan bedenleri, neon lambalarının
renkli ve damgalı parlaklığından, loş sokaklara, karanlığın insan
vücudunu yadırgamadığı otel odalarına doğru yol alır. Buralarda da
özensiz gibi görünen oysa ince ince işlenen bir günlük yaşam vardır.
Sizi şarapçılar, tinerci çocuklar karşılar. Bu kendi hayatlarını işleyen
veya böyle bir hayatı işlemek zorunda kalan kişileri yabancı benliğin
yadırgar belki. Geçersin... Otelin sahibi, İstanbul'un sıkışmış
tarihinden bir Rum kadını, buradaki rengi soluk bir kaldırım taşı kadar
parçası olmuştur bu sokağın. Besbellidir zamanın birinde bu sokakta
öleceği. Mahallesinin müslüman fedaileri, yüzlerinden gülücük eksik
olmayan, onunla birlikte kaybeden insanlar cenazesini bildikleri bir Rum
mezarlığına götüreceklerdir. Kuyu dibindeki su kadar az ışık gören fakat
parıltılı mor menekşeleri sularken, onlarla konuşurken yaşam anlam
kazanır bu yerde. Bu kuyunun duvarlarını oluşturan iki bina daha vardır.
Üçüncü katta yaşayan Hayri Amca'nın karısı seneler önce ışığa doyamadan
bu kuyunun içinde can vermiştir. Her işini kendi yapmaya başlamıştır o
zamandan beri. Küçük tahta çerçeveli penceresinin önündeki tellerdeki
çamaşırları, kuyuya inen ışığa renk veren tek şeydir. Eğreti tutturulmuş
mandalların biri fırlayarak otelin camlarından birine çarpıp yere düşer.
Yamalı bir pantolon gökyüzünden süzülerek menekşenin üzerini örter.
Menekşe boynunu büker...
Odanın bir ucundaki cama çarpan karartının sesi, henüz alışmamış
kulaklarda bir şok etkisi yaratıp soğuğun ürpertisini bacaklardan bütün
vücuda taşıdı. Sesle beraber odanın ortasındaki büyükçe yatakta yarı
çıplak bir figür öbür yanına döndü. Perdeden sızan aydınlık, bıçak
keskinliğinde dar bir huzmeyle yataktaki kadının boynundan saçlarının
arasına süzülüyordu. Gününün ilk sigarasını yakıp banyoya ilerledi.
Kapıdan girer girmez karşısına çıkan aynayı kendi yaptığı bir tabloyu
inceler gibi inceledi. Başkalarının oluşturduğu tuvalin üzerinde gezinen
onun renkleri. Dumanı yaşam gibi karışıktı, tabloyu şekilden şekle
sokuyordu. Gözlerinin altında oluşan torbaları parmaklarıyla ovdu.
Kendisini değiştiremiyordu, morluklar kalıyordu öylece. Morluklar
gözlerinde, beyninde, ve hâlâ daha kendisiyle hırsız-polis oynayan
benliğinde... Hayat farklı yüzlerini gösteriyordur; kimi zaman kendini
alamazsın onun kollarından, çekip götürür seni bilmediğin bir yerlere ve
bir gün menekşenin nefes alamadığı bir yerde nefes almaya çalışırsın.
Sevgisiz döşenmiş yollara sevgisiz basan bir ayak da sen olmuşsundur.
Sevgi onun hayatında su yüzünde seken bir taş gibidir. Aşkı öncelerden
beri çok da alışamamış olduğu varlığından ırak bir duygu kabul etmiştir.
Sanki aşk sadece televizyonda veya raflarını dolduran yalnız kitaplarda
olabilecek bir şey gibidir ve bir türlü o camı kırıp da onun tarafına
geçemez. Bu yüzden kadınlara da insanın hayvan yanlarının hava, su gibi
bir ihtiyacı gibi bakardı, başka bir şey değil. Arkadaşlarının
delikanlılık aşklarıyla pervasızca alay ederdi.
Sevgi bir gün onu da ele geçirdi oysa. Köşeye sıkıştırmıştı onu. Beylik
söylemleri arkasında çivili bir duvar gibiydi. Sevgi üstüne geldikçe
çiviler vücudunun derinlerine işliyordu. Çok uzaklarda bir sesi duymaya
çalıştı aylarca. Sabah rüzgârlarından tenini kokladı. Karşılıksız
bakışları kanadı yüreğinde. Bir sokak kedisi kadar özgür olmak vardı ona
yaklaşırken. Zaman bir idamlığın, idam sehpasına yaklaştığı anlar gibi
geçiyordu, boşlukta süzülür gibi. Odasına döndüğünde yaşam, etrafında
devinen uzak olduğu bir kavram gibiydi. Beyni güçsüz kalıyordu bir
şeyleri yargılamaya, olan biteni izliyordu rahatsızca. Zaman uzuyor,
kararıyor ve acı veriyordu.
En çok gecelerin gelmesini istemiyordu. Geceler, kendisiyle baş başa
kalıp cehennemlik işkenceler çektiği ve hep kaybolduğu zamanlardı.
Bunlar alışıldık çileleri olmuşken bir gün caddeler boş kaldı. Kediler
onun yokluğundan habersiz umursamadan ortalıkta dolaşıyordu. İnsanlar
hiçbir şey ifade etmiyordu; cadde boştu. Her şey durgun, görüntüler
dönmemekte ısrar eden bir film şeridi gibiydi. Varlığı gözlerinden
ibaretti ve gözleri de boş caddede bir arayıştan. Bu günler ilelebet
devam edecek kâbusun habercisiydi. Caddeler öylece boş kaldı. Aylarca o
gün onu tekrar görebileceği umuduyla alkol gecelerinin sabahlarında güne
gözlerini açtı. Zaman sonsuzluğuna acıları katıp aldı götürdü sonra.
Eski benliğine çabuk bir geçiş yaşadı. Uzun zamandır uğramadığı
ortamlarda değişiklikler olmuş, yeni insanlar kaybolanların yerini
almıştı, onun yokluğunda da olduğu gibi. Aşkı tatmış benliğindeki
acıları yine terk ettiği ruhla sahiplendi.
O, aynadaki bulanıklığı çözmeye çalışırken, sabahın hafif rüzgârının aralamaya devam ettiği perdeden ışık, artık odanın daha derinlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Aydınlık bütün korkularını aydınlatıyordu, rahatsız oluyordu. İşte kapana sıkıştın, dedi. Kendi kendisini bir kuyunun görünen dibinden çok daha derinde bir yere hapsetmişti, kendi iç zindanlarına. Küçük bahçeye bakan pencereye gidip, pencereyi açtı. Düz beton duvarların vurguladığı derinlik ona ölüme son uçuşa kurduğu senaryolarını hatırlattı. Bir ses onu beyninin derinliklerinden dışarı çıkardı. Hayri Amca yaşlı bir gülümsemeyle karşı pencereden günaydın dedi bu bilmem kaçıncı komşusuna. Cevap verdi ama bir insanla konuşup insanlığıyla yüzleşmek, celladıyla yüzleşmek gibiydi. Vücudunu odanın neminde yüzmeye bıraktı tekrar. Odada yüzüp bir kayaya sığınırcasına yataktaki figürün yanına sığındı. Kapanda kalmıştı benliği artık. Yanı başında duran fahişenin saçlarını okşuyordu. Saçları parmaklarını kanatıyor, acılar içinde sessiz sessiz kıvranıyordu. Ona sarıldı. Kapandaki son bir debelenmede içindeki duygusuz ve sevgiye susamış yanlarını hissetti. Bomboştu...