dondurma meleği - çağla cömert
Garaj kapısı açık... Tam düşündüğüm gibi... Cebinde beş kuruşun kalmadı,
diğerleri gibi para sayarak giremezsin içeriye... Farkına varmadığın tüm
açık kapılar, boğazında düğümlü kalan çıkmaz sokaklar adına sesleniyorum
sana: Bu fırsatı kaçırma. Şu sokağı geçivermen yeterli. Hadi zorla küçük
bacaklarını, annenden aldığın o biçimli bacaklarını, sigaranın
kararttığı akciğerlerini çalıştır, koş, öncesini sonrasını düşünme, koş.
Aman arabalara dikkat et, koş, koş... Oldu işte içerdesin. Başardın.
Çalan şarkı senin için. İyi hissediyorsun kendini, dünyayı
kurtarabilirsin. Tüm şarkılar senin için. Çocuklaşıyorsun, bisikletin
üzerinde bağıra çağıra şarkılar söylediğin o büyülü günlere dönüyorsun.
Onlar paklar seni. O zaman bu zamandır neler geçti başından, hangi kuytu
köşelerde karnını tutup hıçkıra hıçkıra ağladın, kimler üzdü seni,
kimler gitti sen kaldın... Sen kaldın. Oysa göçebeydi ruhun. İşte o
şarkı çalıyor, kulak kesil. Kayan bir yıldızı anlatıyor. "Tıpkı benim
gibi..." diye geçiriyorsun içinden. Kendini kandırıyorsun. Bir yıldız
değilsin ki göz kırpan, kayasın. Yükselmeden düşemezsin, düşmeye ne
kadar meyilli olsan da.
Güneş insanda sarılma arzusu uyandıran küçük bedenini ısıtıyor. Müziğin
yakınındasın. Yosun tutmuş merdivenlerden iniverdiğinde kalabalığa
karışacaksın. Duvar köşelerinde çöreklenmiş olanların bakışlarını
üzerinde topluyorsun. O gözlerde kendi yansımanı arıyorsun. Şirin bir
kız olduğunu söylüyor biri, bir diğeri bacaklarının çok düzgün olduğunu;
biri seni umursamıyor, kaçırıveriyor gözlerini. "Neden yalnız?" diyor
biri, "Yalnız olmaması gerekir onun gibi bir kızın..." Bilmiyor ki sen
yalnızlıksın, özlenensin, kaçılansın, hak edilen mahkûm olunansın.
Yalnızlık gibi yitiksin. Sessizliksin. İsimsizsin. En çok da hüzünsün.
Kalabalığa karışıyorsun, arkadaşlarını buluyorsun. Gülüyorsun,
bağırıyorsun, dans ediyorsun. Kendini var ediyorsun. Var olan sen misin
gerçekten, emin değilsin. Bedenin, tavırların, gülüşün, bakışın... "Ben"
dediğin bu mu? Sen misin? Sen kimsin, dedim ya, isimsizsin. Anonimsin.
Sevdiğin her şarkıda saklı o küçük, yalnız kızsın. Gün senin günün.
Dünyayı kurtarabilirsin, kendini kurtarabilirsen eğer.
"Sana âşık olmayacağım" diye mırıldanıyorsun dansını izleyen donuk, mavi
gözlere karşı. Bambaşka şeylerin peşindesin, o gözlere "Sigaran var mı?"
diye sorarken. Kim üzdü seni bu kadar, söyle bana... Kim üzdü seni,
sigaraya, saçma sapan şarkılara, bakışlara bağımlı kılacak kadar? Dans
edemiyorsun, biliyorsun. Belini kıvıramıyorsun, adımların uyumsuz,
kendinden geçmiyorsun saçlarını yapmacık bir cesaretle savururken. Yine
de güzelsin. Endişelenme, güzelsin.
Mavi gözlü adam uzaklaşıyor senden. "Bir arkadaşımı gördüm de... Sonra
bulurum ben seni." Bulurmuş, nerde olduğunu biliyor mu ki bulacak.
Nerdesin? Soruyorsun kendine, nerdesin... Sorulardan bıkmadın mı artık?
Arkadaşların eline bir kutu dolusu dondurma tutuşturuyorlar. Kahve
aromalı dondurmalar. Konser bitmek üzere, gece çökeli çok oldu.
"Dondurma meleğimizsin sen bizim" diyorlar. Öpücüklere boğuyorlar seni.
Dondurma meleği, işte sen busun. Her melek gibi bir amaç uğruna
buradasın. Kimi kurtaracaksın? Dünyayı deme, dünya çok büyük, küçük bir
melek için. "Bir şarkı söyle bize" diyorlar. Naza çekmiyorsun kendini,
sana göre değil; çocuksu sesinle bozuk bir melodi mırıldanıyorsun: "Bir
melektin sen, gecenin karanlığında yitip gittin. Günahlarınla gittin."
Alkışlıyorlar: "Dondurma meleğinin şerefine içelim!" Vişne votka
içiyorsun. İçtikçe kanatlanıyorsun. Gerçek bir meleksin sen.
Bağışlıyorsun gidenleri, kalbindeki katılık çözülüp dağılıyor.
Hafifliyorsun. Bembeyaz düşlüyorsun kendini, anlık köpükler, saf eroin,
kar kadar beyazsın. Gözleri kör edecek kadar...
Sokağa çıkıyorsun. Geçtiğin geçmediğin tüm sokaklar vatanın senin.
Dondurma kutusuna sıkı sıkı sarılmışsın. Yaşlı bir eskici görüyorsun.
"Dondurma ister misiniz?" Gülümsüyor adam, sarı dişleri ortaya çıkıyor.
"Dondurma ister misiniz?" diyorsun çekinerek lüle saçlı genç bir adama.
Çekiciliğinin bilincindeki tüm adamlar gibi imalı konuşuyor: "İşte
aradığım buydu." İçinden "Dondurma mı, ben mi..." diyorsun. Melek
olduğunu anımsıyorsun; melekler cinsiyetsizdir. Kibarca iyi geceler
dileyerek terk ediyorsun onu. Bir apartman girişine çömelmiş küçük bir
çingene görüyorsun. Kanın kaynıyor ona, yanına varıyorsun. "Dondurma yer
misin?" Şaşkınlıkla gözlerini kaldırıyor çocuk. Senin gibi bakıyor,
hüzün dolu, iri iri... Ürperiyorsun. Aceleyle ona bir dondurma uzatıp
uzaklaşıyorsun oradan. "Abla bırakma beni!" diye peşinden koşuyor çocuk.
"Dondurma istemiyorum bir ekmek parası ver bana! Babam beni dövüyor
abla, bırakma beni..." Duymuyorsun, duymak istemiyorsun. İçin yanıyor,
dondurma basıyorsun. Baban seni de dövüyordu. "Babam beni dövüyor abla,
bırakma beni..." Bıraktın onu, seni de bırakmış oldukları gibi.
O adama rastlıyorsun, bebek yüzlü esrarkeşe. Yalnızlık onu da bürümüş.
"Belki de o da bir melektir" diyorsun içinden. Melek olduğunun farkına
varmış bir melek. "Hey, dondurmam var" diye sesleniyorsun. Duruyor,
yanına gelip yanaklarından öpüyor. "Nasılsın? Uzun zamandır görmedim
seni." Yavaşlayan metabolik ritminden, dalgınlaşan tavırlarından onun
son durak olduğunu biliyorsun. "İyiyim, orda burdayım işte... Ya sen?"
"Ben de" diyor, "Gidenlerden değilim." Gülümsüyorsunuz. Ne güzel, aynı
dili konuşuyorsunuz. Birdenbire üzülüyorsun onun için. Kendin için
üzülüyorsun. Düşmeye meyillisiniz, siz melekler. "Biliyor musun" diyor,
"yaşam sonsuzmuş gibi geliyor bana." "Değil..." diyorsun, oysa sana da
öyle geliyor.
"Bazen kendimi bir filmde zannediyorum. Düşük kalite bir film ve fon
müziği öyle yüksek ki söylenenleri duyamıyorum. 'Seni seviyorum'
diyorsun, bense 'Susuzluktan ölüyorum' diye anlıyorum."
"Seni seviyorum" demek istiyorsun, diyemiyorsun. Gözlerini eğiyorsun.
Gece yanağından süzülen yaşları gizliyor. Dondurma meleğiydin sen, tüm
dondurmalarını dağıttın. Kesin artık şu fon müziğini.
27/05/2002