Ana içeriğe geç

bir kuru yaprak hafifliği - esra şahin

Serin bir sonbahar günüydü. Bir çocuk edasıyla, kaldırım kenarlarına biriken kuru yaprakları eziyor ve çıkan hışırtıların içindeki çığlıkları bastırmasını umuyordu. Oysa yorulmuştu umut etmekten, geleceği düşünmekten. Artık sadece yürüyordu, nereye gittiğini bilmediğini umarak. Aslında düşlerini kaplayan bilinmezlikte kaybolmaya gittiğini çok iyi biliyordu.
Suratına çarpan sert rüzgâr beraberinde getirdiği ılık kestane kokusuyla kışın yaklaştığını haber verirken, fonda da balıkçıların rüzgârdan kırmızıya kesen dudaklarından çıkan haykırışlar duyuluyordu. Solundaki geniş caddeye saptığında büyük istasyon binasını gördü. Yolculuğun en uzun süreceği bir yere almalıydı biletini, öyle de yaptı. Önce trene ilk bindiği günü unutmak istercesine etrafını süzdü. Sonra camın buğusunu silerek yaşadığı kentin manzarasına armağan etti anılarını. Artık yalnızdı...
Trenin ilk düdüğü ve hareketiyle yorgunluğunu da bıraktı çürük yapıların ölü kalabalığına. Trenin rayların üstünde kaymasıyla oluşan melodiydi işte özlediği. Huzurluydu... (Tekerlekle rayların arasından sızan kanı görmediğinden olsa gerek) Kaçış nedeni yalnızca martılara söylediği bir yalandı. Şimdi sadece bulutlar ağlıyordu bu terk edişe. Rengini yitiriyordu kan, düşen yağmur damlalarını karşılamanın verdiği yorgunlukla. O artık taze bir ölüydü kendi yarattığı boşlukta boğulan...