yağmur
Arzu Çur:
Taze ekmek. İnceden mayalanma izlenimi. Kabarık minderler, temiz
örtüler. Pufla yatak: Yünlü. Bol kabartılmış. Yazdan kabartılmış o.
Yağmura kalmadan. Güneş içini ısıtmış. Elinde yaya benzeyen zanaatkârlık
asası. Ustaya evde yapılmış limonata sunulmuş. Yanında bisküvi. Hafif
bayat, yumuşamış, daha lezzetli. Ağzına dantel örtü geçirilmiş reçel
kavanozunda saklanmış. Fabrika yapımı tadına ev kokusu sindirilmiş.
Böylece. O bisküvilerin attarın boğazına gitmemiş kardeşleri, daha sonra
üç kez daha yumuşar. Bir. Çaydanlığın tiz fısıltısıyla. İki. Yağmur
tıpırdayışıyla. Üç. Çaya banılarak: üç kere yumuşama. Geçiş hali.
Yağmur. Dolu, kar, su buharı değil. Suyun su hali. Düz hali. Kendi halinde.
Bedenlerin başları pencereye taşıması içgüdü. Yağmurda. İki iş yaparım. Ondan kaçarım. Ona bakarım.
Fatih Özcan:
yağmur yağarken çinko tavanlarına uzak
evlerin
uzak insanlara sığınıyor sesim
nefesim üşüyor konuştukça
bulanıyor içimde akarsular
bulanık sulara saklanıyor iç organlarım
çise: menderek taşlarına telaş düşüyor
mavi yüreğime hırçın kıpırtılar
boş dönüyorum yırtık ağlarımla
avlanıyorum
içime kaçıyorum yağmur kayganlığından
kapalı, sade, sessiz, mağlup kendimi
yaralı ellerimle sarıyorum. Nihayet!
pencereleri kapatıyorum
duvarlar örüyorum kâğıttan
sağanak duvarlarımı yıkıyor
ses tellerimi bırakıyorum sulara
umutlarımı, şarkımı, aşkımı
sana utangaç bakışlara...
Özgün Ulusoy:
Hiç bilmediğim, uzak bir kentin rasgele seçilmiş bir sokağı burası. Sen
karşı kaldırımdasın ve sonbahar parlıyor gözlerinde; bakışların sapsarı.
İçim boyanıyor birden, ve bir şey kanatlanıp sarıyor seni, beni, tüm
sokağı! Hayır... Hayır, bu mevsimin kötü bir şakası olmalı! Bu bir şaka
olmalı! Çünkü en tehlikeli şeydir âşık olmak böyle apansız, üstelik
sınırların denizlerce ötesinde! Ve üstelik bu delice yağmur mevsiminde!
Gözlerine bakıyorum... Gözlerine bakıyorum... Kimsin sen? Ben kimim? Roma neresinde dünyanın, neresinde benim evrenim? Gözlerine bakıyorum... Tüm bunlar gerçek mi, yoksa savruk bir düşte miyim? Gözlerine bakıyorum... Yağmur başlıyor! Tablo şimdi tamamlandı işte, düşen sonbahar damlaları hem saçlarını, hem yerdeki yaprakları ıslatıyor! Saçların ve yapraklar ıslandıkça bu sokak aşk kokuyor...
Yıllardır ardımda biriken geçmişimi terk edip, senin kaldırımına yürüyorum şimdi... İçimde heyecanlı bir çocuk, ve yağmurun o sapsarı sesi...
Özgür Macit:
boydan boya bulutlarla süslü, mavi olamayan bir gökyüzü görüyorum. hemen
altında başları tanrılara, başları yıldızlara yakın dağlar ve altına
serilen durgun ve parlak bir deniz... dağları mı yoksa denizi mi çok
sevdiğimi bir türlü anlayamıyorum. dağların çocuğuyum evet ama denize de
evlatlık verildim doğmadan evveli. onu ana-baba belledim uzun zamandır.
aslına ihanet etmek ağır, denizden geçmek imkânsız. küçük bir toprak
parçası var. belki bir ada. bir çadır kurulu üzerine mavi. yanında bir
köpek uzanmış. uyuyan küçük bir çocuk gibi, o denli masum, o denli
sessiz. ve bir kayık. istediğimde başımı alıp kaçabilmem için kuzeye
doğru. ama bir tek kürek var. tek kürekle sandala binilir mi? daire
çizmekten başka bir şey yapılamaz. yerinde sayarsın ancak. ne eksik bu
düşüncede? neden çok sevemiyorum onu? yıldızlar mı? hayır, onları
özlemedim henüz. yoksa kız kulesi mi? onun da sevdiği var kendine
göre... evet yağmur, yağmur olmalı... işte ben yağmurdan yoksun bir
düşünceyi sevemem, yağmurdan yoksun bir hayatı sevemediğim gibi...