Ana içeriğe geç

kadınsı - sinem şık

Yatağa girmeyi geciktiriyorum. Boşalmış içki bardaklarını mutfağa götürüyorum önce "Sabah toplarız sevgilim!" deyişini karşılıksız bırakıp. Sabah toplarmışız... Bir kez daha su içiyorum, bir kez daha banyoya girip yüzümü yıkıyorum, saçımla oyalanıyorum. Bir şey demeden, sabırla beni bekliyor.
Odaya döndüğümde, "Işık açık kalsın!" diyorum haince. Haince, çünkü bunu söyleyerek onu gücendireceğimi biliyorum. Uyusam da, uyku zarının inceldiği anlarda gözümü açarsam dünyayı bıraktığım gibi bulamama korkusunu onun sayesinde yendiğimi söylemiştim bir keresinde. O da aynen tasarlandığı, istenildiği gibi, önce uyandırıp, sonra kaybettirdiği bu güven duygusunun yarattığı suçlulukla -ya da eziklikle diyelim- incinmiş gibi bakıyor. Yarı oyunculuk sahtekârlığı, yarı içtenlik arasında gidip gelen bir duygu durumu olmalı bu. "Yorgunsun" diyor. Israr etmiyorum. Tek hareketimle, birden karanlığa boğuluyor az önce gözucuyla baktığım esmer bedeni ve üstünde başka nice kadınla sevişildiğini bildiğim vişne çürüğü nevresimli yatak. Arada olabildiğince mesafe bırakmaya çalışarak yanına uzanıyorum. Dokunmaya kalkmayacak kadar tanıyor beni artık, bir şey de söylemiyor. Çünkü, susarsa, nedenini bilmediği kızgınlığımın geçeceğinden emin. Halbuki yanılıyor. Yarın akşam eve geldiğinde beni bulamayacak, bekleyecek gelmeyeceğim, arayacak "Arkadaşlarlayız!" diyeceğim. Tam da onun silahı- "Hangi arkadaşlar?" "Hiiiç, tanımazsın." Onu öylece, hiç beklemediği anda yüzüstü bırakacağım. Dokunduğu her yerde delikler açan, söylediği her sözle beni kuşkuya boğan bu adamdan, geçmişimden ve olası geleceğimden kurtulacağım. Evet, yapacağım bu sefer. O, çok geçmeden sızıp, sığ rüyalarına dalarken, gecenin sessizliğinde sanki olduğundan daha çıplak ve sarhoş ve soluk alıp verişleri her zamankinden daha gürültülü. Bu ritim sinirimi bozuyor.

Uyanıyorum. O çoktan kalkmış olmalı, içeriden Biret'in Brahms melodileriyle -tabak, çatal sesleri- kahvaltı seremonisi. Beni hoşnut etmekten çok, yaranma içgüdüsüyle yapılmış bir iyi niyet gösterisi. Doğruluyorum, aynada içkinin yüzüme yerleştirdiği pelteklik ve göz şişkinlikleriyle karşı karşıyayım. En güçlü gözükmem gereken bir günde böylesine çirkin olmam ne kötü ve yanına gidip günün sonrasını hiç belli etmeyecek bir "Günaydın!" savurmak ve hatta beni öpmek istediğinde bile, rutinleşmiş, nedensiz kızgınlıklarımdan birine daha anlayış gösterdiği için teşekkür niteliğinde inatçılık etmeden yanağımı uzatmak ne acı. Halbuki, bu defa beni anlamasını beklemiyorum, hatta bunu istemiyorum bile. Kadın mahremiyetinin erkeğinkine üstün geldiği sayılı anlardan biri. Yavaşlatılmış hareketlerle içeri gidiyorum. Yüzündeki o anlayışlı ve sevgi dolu gülümseyişi eklemeyi unutmam dışında, her şey hayal ettiğim gibi. "Günaydın, hayatım!" Hayatım, sevgilim, ruhum, canım... "Günaydın, hayatım" diyorum. Kahvaltı sofrasını ilk gördüğüm anda şaşırıyormuşum gibi yapıp "Sen harika bir sevgilisin!" bakışı gönderiyorum arkaya. Her şey eski haline döndü bile işte, kuşkular geçti bitti, hatta haksızlığımı kabul bile ediyorum. Öpmek için eğiliyor, göz yumuyorum kusursuz planımın hatırına. Tanrım, çok âşık olduğum, elinin ucuna dokunduğumda bile heyecan duyduğum o kahramanla, şimdi öpmekten bile tiksindiğim bu adam aynı adam mı?
Çayın sıcaklığı, kısa bir anlığına da olsa iyi geliyor. Günlerdir yalan söylemesini, beni haklı çıkarmasını istiyorum kaybedeceklerimi umursamadan. Cevabı hiç önemli değilmiş gibi sorulan "Bugün neler yaptın?" sorusu, aslında arkasında büyük dolapların döndüğü, ince hesapların yattığı tanıdık bir tuzak. Çünkü o, karıştırdıkça içinden kötülük fışkıran Pandora kutusu. En kısa duraksamanın bile gözden kaçırılmadığı, ‹eskilerden arkadaş isimleri'nin gerektiğinde yeniden kullanılmak üzere aklın bir köşesine itinayla yazıldığı, öncesinde sorulmuş "Bugün neler yapacaksın?" sorusunun cevap kayıtlarıyla karşılaştırıldığı bir tutarsızlık bulma savaşı, hastalıklı bir durum. Suç aletini bulduğum anda, ya bir köprünün üstünden gizlice atacak ya da hiç olmadı, arka bahçenin toprağına gömeceğim. İşte, aylardır, hayatımı belki de hiç işlenmemiş bu suçu bulmaya adamışken, bunu yapmaktan vazgeçişimin tek sebebi, aldatıldım ya da aldatılmadım, artık bıkmış olmam.
Kahvaltı masasını birlikte topluyoruz. Öğleden sonraki toplantıdan bahsediyor, önemi yokmuş gibi. Yeni bir proje varmış, bilmem kimin grubu da katılacakmış bu çalışmaya, bugün de tanışmak ve kaynaşmak için bir araya geleceklermiş. İlgiyle dinliyorum, eskisi gibi olan tek şey belki de bu. Farklı olansa, grupta yeni bir ihanete neden olabilecek alımlı bir kadın olup olmayışını artık merak etmiyor olmam. Nasılsa akşama yokum ve hatta sonraki akşamlarda da yokum. Bugünün şerefine daha mı özenli giyinmiş buna bile dikkat etmedim.
Bir hoşça kal öpücüğü gibi gözüken elveda öpücüğünden sonra büyük bir hafifleme... İlk olarak, daha etkili ve dramatik olsun diye mutfaktaki bulaşıkları bırakmaya karar veriyorum. Hızla tüm giysilerimi, ayna önündeki makyaj malzemelerimi, parfümlerimi, terliklerimi, çok sevdiği ince askılı geceliklerimi alıp ve en son da evin anahtarlarını masanın üstüne bırakıp, arkama son bir kez daha bile bakmadan kapıyı açıyorum... Ama, hayır çıkamıyorum, yatağa uzanıp bir kez daha ağlıyorum.

el